c) adolf mangalda tavukları yakmış savaşı

47 11 19
                                    

Bu soktuğum hayatında her şey her zaman istediğiniz gibi gitmez. Çoğu zaman, aslında. Tanrı'nın her zaman acziyetin biricik timsali insan ırkı için planları vardır ve Tanrı'yı kahve içmeye çağıramazsınız.
Onunla karşı karşıya oturup da,
"Sevgili Tanrı'm, biliyorum sen de benim canımı sıkmak istemezsin ama şu işleri benim için biraz daha kolaylaştırmak istemez misin? Yarattığın dünyada başkalarının boktan söz ve hareketleriyle yeterince uğraşıyorum ve beni her an izlediğin için bunun gayet farkında olduğuna inanıyorum, şunun zorluğunu Hard'dan en azından Normal'a alamaz mısın?" diyemezsiniz ve bu durum biraz komiktir. Komiktir çünkü hayatı Minecraft zorluk seviyeleriyle düşünürseniz bazen en basit zorluğa bile güç yetiremeyeceğiniz zamanlar olur ve işte o zamanlarda Tanrı'dan yardım istediğinizde onun bu işi çözüp çözmeyeceğini asla bilemezsiniz.

Biraz Tanrı'ya dair sorgulamaların ardından dizimin dibine oturursanız düşüneceğim bazı şeyler var. Oturmayacaksanız canınızın keyfi bilir. Düşünüyorsam da düşünüyorumdur ve bunda söz hakkınız yoktur çünkü düşünceler kurşun geçirmezdir. Hazır bu repliği kullanmışken, bugün günlerden Kasım ayının 5'i ve ben yıllar sonra ilk kez bir 5 Kasım'da V for Vendetta izlemedim. Hayatımın ilginç bir yılından geçiyor olmalıyım. Belki hepimiz için öyledir ve hepimiz aslında kocaman bir yalanın içine hapsolmuşuzdur. Hayat bilmediklerimizden ibaret, bildiğimiz hiçbir şeyi yarın da biliyor olacağımıza garanti veremeyiz ve hayat sahiden de bilmediklerimizden ibaret. Görmediklerimizden, ertesi günlerden ibaret hayatımız. Neden olmasın ki?

Park Jimin'le dördüncü kez vakit geçirdim bugün. Hep sayacak mıyım? Elbette hayır fakat sayabiliyorken saymak aslında keyiflidir. Bir insanla geçirdiğiniz zamanların bilincinde olmak iyidir. Dört kez onunla geçirdiğim vaktin üçünde kahve içtik ve bugün ilk defa onunla kavga ettim.
Sanıyorum ki her iletişime biraz baharat adına kavga eklenmesi gerekiyor. Ancak unutmayın ki bir kase çorbaya bir çuval karabiber atarsanız karabiberden başka bir şeyiniz olmaz.

Park Jimin ile neden kavga ettim? Çünkü Park Jimin benim bu hayattan nefret ettiğimi düşünüyor. Yaşamadığımı ve böyle bir derdimin de olmadığını söylüyor. Ona biraz çok konuştuğunu, gereksiz konuştuğunu söylüyorum ama o beni dinlemiyor. Dinlemeyi bilmediğini söylüyorum ben de ona, tıpkı vakti zamanında hayatımı parçalara ayırmış ve bugün bile toplayamadığım parçalarla beni baş başa bırakmış o boktan insanın yaptığını yapıyor olduğunu söylüyorum. O da, bugün bu kadar fazla küfür ediyor olduğum için özür diliyorum, siktir olup gidiyor oturduğumuz masadan. Ben de o masada oturmaya devam ediyorum ve küfrediyorum. Diyorum ki, babasını siktiğimin hayatı.

Aslında bu işler böyle değil ve ben kırmak istediğim zamanlarda kırıcıyımdır yalnızca. Ben kimseyi kırmak istemem fakat en çok kırılanlar kırar, ilk yürek kırığını yaşayan kimdir merak konusu. Yoksa elbette ben de farkındayım Park Jimin'in karşımda oturup ellerini birbiriyle kavuşturarak çenesinin altına koyduğunda pür dikkat beni dinliyor olduğunun, hayatında bundan değerli bir şey yokmuş gibi sözlerimi zihninde doğru yerlere koymaya çalıştığının tümüyle bilincindeyim. Fakat insanları girdaba, fırtınaya ya da karışık olan herhangi bir şeye benzetebilirsiniz çünkü bir insanın en büyük başarısı yapabilirse kendisini anlamaktır fikrimce ve ben bu yaşıma geldimse de akademik ve sosyal başarıların zirvelerinde dolaşıyor olduğum hâlde kendimi bilemem ve bu yüzden başarısızlığı tasvir etmek adına bir heykel dikilecek olsa bizzat kendi heykelimin bu başlık altında şehrin her yanından görülecek kadar yüksekçe dikilmesini isterim. Okurken yorulduğunuz cümleler kuruyor olabilirim ve noktalama kullanımının metinleri okumayı kolaylaştırdığını da biliyorum, hatırlatma için beynimin arkasında oturan Dil Bilimci Yoongi'ye teşekkür ederim.

O gittikten sonra, iş çıkışımda Jimin'i aradım. Açtığında sıkı bir küfür salladı, "Jimin." dedim ona. Sustu, belli ki yeterince sertti ifadem.

"Jimin, sana beni dinlemiyor olduğunu söyledim ama bilmeni istediğim bir şey var, sözümü kesip küfretme bana.

Beni bu dünyada kimse dinlemedi aslında. Başarının basamaklarını bir bir tırmanırken de, zarar verme potansiyeli yüksek nesnelerin bir şahıstan ötekine fırlatılıp durduğu çocukluk evimde de, sonralarda doz aşımından ölen bir oda arkadaşına sahip olduğum öğrenci yurdunda da... Hiçbir patronum, üstüm ya da astım da dahil olmak üzere bu hayatta cinsiyetsiz ya da cinsiyetli hiçbir insan beni dinlemedi. Ama bu boktan hayatta beni dinlediğini gördüğüm tek bir kişi varsa bu da sensin."

İşte böylelikle, hayatımın en uzun ve hızlı kurulmuş, içten cümlelerini Park Jimin'e karşı bir akşam üzeri kurdum.

"Amcık orospu çocuğu, böyle mi söylenir?" diyerek telefonu kapattı. Saniyeler sonra tekrar aradı.

"Sen şimdi avukat mısın nesin, benim başımı belaya sokarsın. Amcık bir orospu çocuğu değilsin kesinlikle. Ben senin amcık bir orospu çocuğu olduğunu düşünüyorum. Düşünce özgürlüğü." dedi ve ikinci kez, telefonu suratıma kapattı.

Bu birkaç sayfada ettiğim küfürlerin toplamını acaba bu defter bitene kadar edecek miyim tekrar? Göreceğiz.

İşte Tanrı'yla kahve keyfi, Jimin'in ya da benim ayarsızlığımız, şu veya bu derken aslında yazdığım her cümlenin başını unutuyorum. Çünkü aklımda tik işareti atılması gereken yüz elli tane kutucukla gezerken bazen kutucuklarımın yerini karıştırıyorum ve siz bilmezsiniz ama görüntümün ışıltısına rağmen bazen ben de herkes gibi yolumu kaybediyorum. Bu yolumu kaybetme mevzusundan birkaç çok sayfa önce de bahsetmiş olduğumu hatırladım, işte hayatta her şey döner dolaşır aynı yere gelir. Tarih tekerrürden ibarettir ama umarım Adolf'ün tekrarını izlemeyiz. Daha önce de söylediğim gibi, ben bu evrenle az buçuk yaşıt sayılırım ve Adolf'ün davranışlarını hiç tasvip etmezdim o zamanlar da. Arkadaş seçiminin önemini buradan anlayın: Hirohito ve Mussolini ile arada sırada mangala gitmiyor olsaydı eminim ki Adolf biraz daha uslu bir çocuk olurdu.

Jimin'i seçmiş olmaktan pişman olmazdım diye düşünüyorum, yine de. Jimin'e Mussolini ya da Stalin demezdim. Ancak eğer bir gün bir yola girecek olsaydım ve bu yol dar, toprak bir orman yolu bile olsaydı yol arkadaşım olarak Jimin'i seçerdim. Ben onu seçmeseydim bile biliyorum ki şu an  evimin dış kapısının önünde, kapıyı tıklatmak için kıvrandığı hâlde öylece dönüp duran Jimin beni seçerdi. Onu hayal kırıklığına bile uğratabilirdim ama o beni seçerdi. Gidip ona kapıyı açarsam üzerindeki kısa kollu tişörtle hipotermi geçirmek için sergilediği çabasını engelleyebilirim belki de.

tenini yakar soysuz dalgalarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin