Hayatta bazen çok büyük ciddiyetle yaşanması gereken anlar vardır ve bunlardan bir tanesi de berberde ense tıraşınızı yaptırdığınız andır. Eğer bu anda bütün ciddiyetinizi takınmazsanız boktan bir ense tıraşıyla ofisinizde oturabilirsiniz. Bir bankta da oturabilirsiniz tabii ki, kuralları ben mi koyuyorum bu dünyada? Sonuçta dünyanın en zengini denen Jeff Bezos adlı herifin saçlarının dalgaları aklı alır ve burada da bir zincirleme isim tamlaması var (şu yaşıma geldim ama hâlâ bunlar var aklımda). Aslına bakarsanız bu dünyada kural mural yok, yalnızca ben biraz fazla konuşuyorum ama dedim ya, eğer kimse sizi dinlemiyorsa dinlemeyi seçen kişilere gereğinden fazla konuşursunuz. Duymak ile dinlemek aynı şey de değildir. Herkesin günlük olarak doldurması gereken belli bir kelime kotası vardır ve bu karakter yapınıza göre değişen bir sayıdır. Bu ifadede sayı yerine rakam demeyi alışkanlık hâline getirmiş insanlar, merhaba, unutmayın ki rakamlar 0'dan başlar ve 9'da son bulur. Bunlar haricindekilere rakam demeyin de ne derseniz deyin.
Bu boktan siyasetçi dedeler sizi de biraz yormuyor mu bazen? Yüz elli yaşına gelmiş bastonlu insanlar ellerine tutuşturulmuş kağıtlardan bir şeyler okuyarak anlamsız ideolojiler savunuyor, siyasi kadrosunda bulundukları ülkeyi yönetiyor ve kağıtlardan bir şeyler okumayı ve dünyayı gezmeyi içeren aktiviteleri için çuvalla para alıyorlar. Yanlış anlaşılmasın, elbette ki ben evrenden daha yaşlıyım fakat yüz elli yaşındaki siyasetçi dedeler benden bile daha yaşlılar. Yüzlerindeki kırışıkların sayısını on milyon ile çarparak asıl yaşlarını bulabilirsiniz eğer ki botoks ve yüz gerdirme yaptırmadılarsa. Size neden siyasetçiler ve onların botokslarından bahsediyorum? Gelin biraz konuyu açayım size.
Jimin'in bahçemdeki hipotermi geçirme deneyi sonuçsuz kaldı, tahmin edersiniz ki ben biraz vicdanlı bir insanım. Vicdanı bazılarımız emanet alıyoruz ama ben annemden genetik olarak almış olmalıyım. Vicdanı anneden, yalancılığı babadan alınca bir plazanın yüksek katlarında şehrin en burnu havada avukatı oluveriyorsunuz. Hoş, insanın havasının inmesi pek kolaydır. On Bir Eylül'de ölen pek havalı insanların var olduğuna eminim. Benim havamı indiren de hudut bilmez delikanlı Jimin olmalı, kim olacak?
Jimin'i o gece içeriye aldım, battaniyeyle sarmaladım, eline bir bardak kahve verdim ve salonumun baş köşesine sanki pahalı bir vazoymuşçasına yerleştirdim onu. Yüzünde aptal bir sırıtışla bana baktı, "Ebeveynim gibi davranma bana." dedi hemen ardından. Bazen tam olarak bir şeyi yapacağınız anda biri size o şeyi yapmanızı söylediğinde gelen anarşi ruhunu biliyor musunuz? Evet, işte benim de hissettiğim şey buydu.
Gecenin geri kalanında onun için yemek pişirdim, yatabileceği bir yer hazırladım, temiz kıyafetler verdim, bir insanı konfor alanında olmadığı hâlde öyleymiş gibi hissettirebilecek şeyler listemde ne varsa hepsini yaptım anlayabileceğiniz üzere. Gözlerine bakmadım. Neden bilmiyorum ama o gece beni o çağırana kadar gözlerine bakmadım. İnsanların gözleri korkunçtur zaman zaman, aslında çoğunlukla çünkü anlamak isteyebileceğinizden fazlasını anlayabilirsiniz. Neşeli davranışlar ardındaki kırıklığı görmeniz kolaylaşabilir ancak sırf karşınızdakinin neşesini kırmamak için, ya da koşullar elvermediğinden soramazsınız. Sorabilseniz dersiniz, benim canım, ne yaktı canını? Ancak dediğim gibi, her şey öyle "bam" diye sorulmaz ve her şeyin bir yeri ve zamanı vardır. Belki de yoktur, olmamalıdır da. Bazen sadece neşeli gürültüsünün arkasında kırgınlığını gördüğünüz insanı kenara çekmek ve sormak gerekir. Çoğumuz bunu yapabilecek kadar güçlü değiliz yalnızca.Jimin'in gözlerine bakmadım çünkü o gece biliyordum ki ne ortasında dikildiği soğuğu, ne de nerede olduğunu bilmiyordu. Kapıyı açtığımda bir defa gözlerimin gözlerine çarpması yetmişti. İnsanlar sandıkları kadar perdelerin ardında değiller.
"Beş kuruşum kalmadı bu ay." dedi Jimin. Hâlâ bakamıyordum gözlerine, bana bakmadan bir elini uzattı. Tutmamı istiyordu. Elini tuttum.
"Şerefsiz babamın borçları ve annemin tedavi masrafları. Annemin bir evi var, kapısından içeri girmeye çalıştığım vakit küfrederek süpürge ile kovalıyor beni on dokuz yaşımdan beri ama ihtiyaçlarını ben karşılıyorum. Yaptığım erzak alışverişini "pek iyi çocuk" olarak nitelendirdiği dostum Taehyung evine götürüyor, kendisini bir sosyal hizmetler çalışanı olarak ona tanıtan Hoseok hyung da tedavisinin ödemelerini onun için yapmamı sağlıyor. Aile hekiminden haberini almıştım kanser onu tuttuğunda. On sene oldu, ciğerleri yetmiyor artık ama hâlâ çabalıyorum iyiliğine. Hâl böyle olunca, beş kuruşum kalmadı Yoongi. Sokak serserisi olacağım yaşa gelmişim sonunda."
İşte siyasetçi dedelere neden öfkelendiğimi anlıyor musunuz? Deli kanlı delikanlı Jimin benim salonunda, verdiği bin mücadeleye rağmen beş kuruşu olmadan oturuyor ama ilkokul çocuğu gibi kağıtlardan dandik kelimeler okuyan siyasetçiler, kendileri sayamadıklarından para sayma makineleri barındırıyorlar evlerinde. Yoksa, zenginlerden nefret etseydim aynaya baktığımda kendim ve babama küfretmem gerekirdi ve bunu da sahibi olduğum tek katlı bir villanın içinde yapıyor olduğumdan bu, ziyadesiyle zıtlık içeren bir durum olurdu. Sahip olmak kavramını kullandığımı duysa annem Yüce Tanrı'nın her şeyin sahibi oluşundan bahsederdi eminim ki. Umarım yukarıda Tanrı ile bir kahve bile olsa içme fırsatı bulmuştur. Fakat dediğim gibi, neyse ki bir siyasetçi değilim.
İşte, size yine bir saatlik olayları yüzlerce kelime ile açıkladım fakat benim işim de her şeyi biraz ballandırmayı gerektiriyor ne yazık ki.
Jimin'e evime taşınması şeklinde komik bir teklifte bulunmadım. Anlattıklarına başımı salladıktan sonra yemeğin hazır olduğunu söyledim, o da oturduğu koltuktan kalktı ve arkamdan adımladı. Bugün değil saklamak, çomağını kapının dışında bırakmıştı belli ki. Mutfağa yürürken arkamdan seslendi.
"Kore'nin siyasetçilerine ben de sık sık küfrediyorum ama bunu içimden yapıyorum. Felsefesine dalmadan."
Ve işte o zaman, o dakikalarda içimden konuşuyor olmadığımı anladım.
Onunla mum değil normal mutfak ışığının altında yemek yedik, benim size böyle şeyleri anlatmam gerekiyor mu? Uyumadan önce normal insanların günlük rutinlerinde yaptığı ne varsa hepsini yaptık. Evet, diş fırçalamak da buna dahil. Sonra da yatağıma oturdum ve onu bundan nasıl çıkarabileceğimi düşünmeye başladım, her şeyden sonra demek istiyorum yani. Borçlardan, evsizlikten, yuvasızlıktan, kırgınlıktan...
Bir insan nasıl kurtarılır?