Sıfır... Hiçliği tanımlamak için kullanılan beş harfli kelime. Birçok insan için hiçbir anlam ifade etmeyen ancak içine düştüğün zaman büyüklüğünü anladığın tek şey. Sonuçta yan yana milyonlarca sıfır hiçbir anlam taşımaz değil mi? Anlamlı hale gelmesi için başına sadece başka bir sayının gelmesi yeterlidir. Ama başına hangi sayı gelirse gelsin o rakamın değerini arttıran sonundaki sıfırlardır.
Ben sıfırım. Ona değer verecek rakama kavuşamayan bir değersizim. Hiçliğin içinde kaybolmuş bedenim yolunu ararken ben kendimi daha çok kaybediyorum.
Ben doğuştan sıfırım. Neyle toplanırsam toplanayım hiçbir değer veremedim. Çarpıldıklarımı kendime benzettim. İçine çektim ve yok ettim. Ben tamamen ortası koca bir boşluktan oluşan, çaresizlik ve kaderin buluştuğu noktayım. Anlamsız ve değersizliğin sembolüyüm. Her bir nebzede boşluğa karışan ve karıştıran düşmanım. Bir insam doğuştan sıfırsa kendine ne katabilirki? Bende işte buyum. Ben Sıfır tahtının tek varisi Umut Kırılmaz' ım.
Annemi ve babamı tanımıyorum. Soyumla ilgili bildiğim tek şey çok eskiye dayanan köklü bir aile olduğu. İlgi alanlarım arasında yer aldığı söylenemez. Yaşadığım büyük malikanede benimle yaşayan süt annemin anlattıkları kadarıyla babamın ben doğmadan önce, bana olan nefreti yüzünden intahar etmiş, annem ise beni doğurmakta ısrar edip doğururken vefat etmişti. Bu yüzden beni süt annem Nilüfer Anne büyütmüştü. Ama ne annemin ne babamın adını yada mesleğimi söylemeyi hep reddetmiştir. Bunun sebebini çoğu zaman sorgulasamda artık onlarda içimdeki sıfırın bir parçası olmuştu.
Sıfırım o kadar büyüktü ki. İnsanların nefretiyle artıyor ve hapsedici oluyordu. Bir insan daha doğmadan önce nefret ediliyorsa doğduktan sonrada pek bir şey değişeceği düşünülemez değil mi? Ama artık biyolojik babamın bile benden nefret etmesi beni etkilemiyordu. Sonuçta gerçek bir baba olmak çok daha farklı olmakıydı. Benimkine baba demek yanlış olurdu. Zaten artık sıfırım onu bile yutmuş, acım hissizleşmişti. Yok olan bir insanın var olan acısını, nefretini çekmekten yorulmuştu. Bundan yıllar önce çoktan unutulmuştu, kaybolmuştu.
Annemde benden nefret ediyor olmalıydı. Sonuçta onun katili benim bu beş para etmez benliğimden başkası değildi. Gerçi adını bile bilmediğim bir kadına anne demek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Sanırım geri kalan akrabalarımda istenmeyen bir katille görüşmek istemediler. Tabi bir akrabam kaldıysa. İnsanlar sırf benim gibi iğrenç bir varlıktan uzaklaşmak için şu an içinde bulunduğum bu zenginliği reddetmişlerdi. Aslında neden bu durumda olduğumu bilmiyorum. Neden çöpte yada mezarın altında olmadığımı. Bana neden Nilüfer Anne'nin baktığını da. Artık bunları merak etmekten çok uzağım. Sanki yavan yaşıyor, bedenim bir ruh taşımıyor gibi. Tanımadığı insanların yükünü taşımaktan yorulmuş gibi. Sevgisizlikten yorulmuş gibi.
Ama bir tek Nilüfer Anne sever sanırım beni. Beni büyütmek için aklanan beyaz saçları her karesinde yüzündeki yorgunluğu vurguluyordu sanki. Yeşil gözlerinde ki şefkat sanki bir şey saklıyormuş gibi. Ama bana hayatımda ki tek mucize o. Ne para ne de başka bir şey.
Okulu ne kadar bırakmak istesemde izin vermemişti bu yüzden bende ortak yol olarak evde ders almaya başladım. Şu an normal yaşıtlarımın kaçıncı sınıfta olduğunu bile kestiremiyorum. Belki on, belki onbir. Ama yaşıtlarımı bile bilmiyorum. İçimdeki koca boşluğa onları da çekmekten korktuğum için hiçbir zaman arkadaş edinmedim. Onlarda benden korkardı sanırım. Benim bu paçoz solgun yüzümden.
Fakat bir gün herşey değişecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIFIR
FantasyBu benim elimdeki tek kozdu. Ona ulaşmamı sağlayacak pek fazla seçeneğim yoktu. O benim içimde yaşadığım sessiz acıların tek çözümüydü. Ama bundan bihaber yaşamına devam ediyordu. Benim onu her saniye düşüncelerinin arkasından izlediğimi bilmiyordu...