Bu kitap, perilere deli olan ve onlar hakkında yazmak isteyen ama klişe bulduğu için yazmayan 12 yaşındaki hâlime ithaf edilmiştir.
Fikirlerini hep kıvırcık saçlarının altında, 'sıradan' sözcüğünün arkasında sakladığını biliyorum. Sen bir süre daha öyle devam edeceksin. Ama ben senin için kanatları ve sihirleri olan o küçük yaratıkları serbest bırakacağım. Sevgilerle, 18 yaşındaki hâlin.
Ve diğer herkese iyi okumlar diliyorum<3 Yorum bırakmayı unutmayın.
***
İnsanlar öğrenir ve periler bilerek doğarlar. Her şey sanırım tam da bu noktada ayrılmaya başladı. Bazen bilmemek daha iyidir. Galiba bu yüzden, bildiklerimizin ağırlığından, başımız önde başlıyoruz hayata.
Perilerin çoğunluğu baharda doğar. Benim gibi nehir pagentalarından birine bağlı değillerse elbet. Pagentalar acelecidir. Baharı bekleyemez, şubatın ortasına doğru hemencecik taç yapraklarını açıverirler. Ve ilkbaharı hiç görmeden solarlar. Mor ve kızıl arasında değişken bir rengi olan pagentaların donmuş nehir üzerindeki görüntüsü muazzam olmasına karşın neredeyse ürkütücüdür. Spes Nehri’nin, henüz insan eli değmemiş çam ağaçlarıyla çevrili küçük bir kısmında açarlar.
Orman o günlerde bembeyazdır. Geçen baharda doğmuş periler çoktan ormandan ayrılmıştır zaten ve insanlar ormandan uzak dururlar. Hep olduğu gibi. Hayvanların çoğu kış uykusundadır ve balıklar bile nehrin bu kısmında yoğun olarak bulunmazlar. Yine de doğduğum gün ince buz tabakasının ardından ilerleyen siyah bir gölge gördüğüme yemin edebilirim. Koca bir ıssızlığın arasına doğmuştum. Üçten fazla pagentanın açtığı bir kış zaten mucizedir. Üç pagenta perisinden de ancak bir tanesi yaşamayı başarabilir. Ancak benim kışımda yalnızca tek bir pagentanın açması tamamen işkenceydi bana sorarsanız. Hayatın ilk ve son kez benimle konuşma şekliydi. Hayatımın geri kalanında zaten öğreneceğim bilgiyi kulağıma doğar doğmaz fısıldayışıydı. ‘Yapayalnızsın.’ Ve benim tüm perilerin aksine doğarken bildiğim tek şey buydu.Bilgiyle doğmamıştım. Buz tutmuş gibi görünen kanatlarım hemen sırtımda çırpılmasaydı eğer insan olabilirdim. Ama oradalardı işte. Hatalıydım. Yalnız kalmamak için tam da o aylarda doğan bir kardelen perisi aramayı bile akıl etmekten aciz olan. Tam da bu yüzden ne aynı ayda doğduğum kardelen perileri kadar ne de aynı zamanı olmasa da aynı nehri paylaştığımız nilüfer perileri kadar sevilemeyecektim. Tıpkı benden önceki ve onlardan öncekiler gibi.
Tüm periler üç şeyin bilgisiyle doğarlar. Bunlardan ilki bir bilgiden çok bir dürtüden ibarettir. Bizi koruduğu söylenen bir içgüdüden. Ormandan kaç. Orman çıkışındaki periler her bahar o kadar korkunç görünürler ki diğer perilerin ışıltılı gözlerle onları karşılamaları beni her defasında şok eder. Ormanda bizi delirten bir şey var. İnsanların bir kez kasabaya inen perilerin ormana geri dönmesini yasaklamasının bir nedeni var. Ama perilerin ışıltılı gözlerine baktıkça bunu gören tek kişinin ben olduğunu düşünüyorum.
İkincisi ömrümüz boyunca bir günahın ağırlığını taşır gibi taşıdığımız, bizi insanlardan tamamen ayıran o şeyi, sihri nasıl kullanacağımızdır. Hepimiz; bu refleksle donatılmış bir şekilde dünyaya gelmemize rağmen suçlu olan parmaklarımızı şıklatıp insanların hayatlarını parlatmak için doğuyorduk
Üçüncüsü ise sihrin insanlara ait olduğu ve onlara hizmet etmek için doğduğumuzdur. Hepi topu yirmi bahardan ibaret olan ömrümüzün tamamını gözlerimiz yerde, otların arasında birkaç papatya arayarak geçirirdik. Doğduğumuz anda bize verilen bu bilgiyle kalplerimiz hiçbir umudun yetişemeyeceği verimsiz topraklara dönüşürdü. Ve papatyaları da hiçbir zaman bulamazdık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mor Gökyüzü - Bir Peri Masalı
FantasyFantastik, romantik ve masalsı. Ağzınızda biraz kan, biraz da bahar tadı için...