Ben kendimi sevmeye başladığım her an başkalarından nefret etmemeyi öğrendim. Onları sevmek zorunda değildim fakat varlıklarını kabul etmem gerekiyordu. Buda yeni pencerelere bakıp gerçeği görmemi sağladı, hayat hiç bu kadar farklı olmamıştı...
***
Sakin adımlarla yürümeye devam ederken etraftan gelen yoğun şehir rutinin sesine adapte olmuştum. Herkes, hayatında bulunan olayları, büyük bir kabullenme ile yaşamaya devam ediyordu! Kimisi etrafta koşuşturuyor, kimisi gülüp eğleniyor, kimisi de kendi halinde durup birini veya bir şeyi öylece bekliyordu! Ancak bu benim bilmek istediğim durumlardan biri değildi.
Bana gelecek olursak, o an sadece kendi önüme bakıp ayağımın altında ezilen sonbahar yapraklarıyla meşguldüm, tıpkı her zaman olduğu gibi. Hiç bir zaman gözümü çevrede dolandıran kişilerden olmamıştım. Zira benim için bir anlık bakış binlerce insanın düşüncelerine çekilmekti! İyi veya kötü, az veya çok olmaksızın her zaman tekrarlanan bu sıradan durum beni boğmaya devam ediyordu.
Tam da o esnada karşı yola geçmek için başımı kaldırıp etrafa baktığımda istemediğim bu duruma sebep olmuş bulundum ve biriyle göz göze geldim. Sadece o an bedenimde istem dışı hissettiğim bir ürperme meydana geldi, ruhum titredi ve içim boşluğa gömüldü. Hayır düşünüleceği gibi aşık olmamış veya bir çekime kapılmamıştım. Hissettiğim bundan fazlasıydı!
Göz göze geldiğim kişi kadın mıydı adam mıydı? Genç miydi yaşlı mıydı? Emin değildim! Hatta fiziki açıdan hiç bir özelliğini bilmiyordum ama o kişi bakışlarımızın anlık birleşimiyle ben olmuştum. Gerçek anlamda o bendim, ben ise kimse! Araf'a düşmüş gibiydi halim! Ne eksik ne fazla vardı etrafımda. Sadece o baktığım kişinin duyguları işlendi zihnime! O an sadece ben vardım, göz göze geldiğim kimsenin duyguların da hapsolmuş bir ben!
Derken anılar hapsine tutulmadan gözlerimi çekip yere bakma iradesini göstere bildim ve aynı saniyede karşı yola doğru ilerlemeye devam ettim. Evet, o an ruhumda asırlarca devam eden bir savaş gibi varlığını sürdürmüştü fakat asıl dünyada var oluşu bir kaç saniyeyle kısıtlıydı. Eve vardığımda zihnim çoktan kendini toplamıştı. Üstelik üzerimde ki etkisi bakışlar çekilince uzaklaşıyordu. Bu sebeple duygularından kurtulamadığım kişi hiç olmamıştı.
Odama geçip üzerimde bulunan kıyafetleri büyük bir sakinlikle çıkardım fakat ortam hiç sakın değildi. Etrafta bulunan kardeşlerim bir yandan didişirken bir yandan da beni hakem sunarak -"Doğru değil mi? Şuna bir şey söyle abla!" Tarzında sözler sarf ediyorlardı. Tabi ki olaya her zaman olduğu üzere el koymam gerekiyordu -"Elif abine saygısızlık etme! Ali sende biraz alttan alsan ne olur sanki!" İkisi aynı anda birbirlerini suçlamaya çalışırken ben etrafı topluyordum, onlara çene yetiştirmek ne mümkün! İkisi de birbirinden beterdi.
En nihayetinde sakinleşip etrafta olmadıkları zaman en küçüğümüz Aras'a dönme fırsatı buldum. Elinde ki telefondan bir şeyler açmış öylece ekrana bakıyordu. Yanına gittim ve alnından öptüm fakat beni itti. Normalde böyle sevilmekten çok hoşlansa bile telefon üzerinden dikkatinin dağıtılmasından hiç hoşnut olmazdı. Muhtemelen karnı açtı fakat 4 yaşına yakın olmasına rağmen Anne sözcüğü dışında konuşmadığı için benim soru sormam gerekiyordu. -"Açıktın mı bir tanem?" Bir süre yüzüme bakıp "ıh!" Dediğinde yemek hazırlığı için mutfakta işe koyuldum.
Annem bankaya gitmişti, yani sanırım! Çokta kafamın basmadığı bazı işleri vardı ve o gelene kadar her şey hazır olmalıydı! Babam ise 3 yıl kadar önce ayrı yaşamayı seçtikleri için kendi evinde kalıyordu. Aslına bakarsak benim için çokta önemli değildi fakat hayat şartlarının bu şekilde gelişmesi hepimizi farklı bir aleme sürüklemişti.
Babamı severdim çokta bağlıydım fakat o, niteliksiz bir adamdı. Bir şeyleri yapmaya çalışsa bile başarılı olduğu söylenemezdi. Annem ise başarılı ve genel anlamda kendini öyle görmese bile tuttuğunu koparan bir kadındı. Ancak ne acayiptir ki her ikisi de aile sahibi olabilecek kişiliğe sahip değildi. Babam; Hayalperest, hareketli, arkadaş deyince toy delikanlı gibi sadece o yöne yönelen bencil bir adamken - Annem; Ayakları yere basan, diktatör ve başarıya odaklı bir kadındı. Her halükarda ebeveynlerimizin anlaşamaması benim açımdan yıllar içinde doğal bir duruma dönüşmüşken evin geri kalan üyeleri kardeşlerim için pekte iç açıcı sayılmazdı.
Sağlıksız ortamlar Ali'yi umursamaz gözüküp içine atan kaygılı ve öfkeli bir delikanlı yaparken, Elif'i her anlamda hırçın ve geçimsiz bir çocuk haline getirmişti. Aras ise ayrıldıklarında çok küçüktü ve babamı her gördüğünde yakasına yapışıp tüm gün onun yanında oluyor, gittiğini anlayınca da ağlamaya başlıyordu. Annemin sorumlulukları daha da artmış babalığı üstlenmek zorunda kalmıştı. Ben ise evin annesi konumundaydım. Kısaca vasıflarımız yer değiştirmişti ve bu tam olarak ilk zamanlarda benliğimizde çökme oluşmasına sebep oldu.
Çok uğramıştık, aile olabilmek için çok çabalamıştık. Bazılarımızın fedakarlıkları sayesinde en nihayetinde olmuştuk da! Ancak arkada kendi ailemizi kuracak gücümüz, inancımız kalmamıştı! İçimizi kemirip, bitirmiştik benliğimizi! Ruhumuzu sandığımızdan daha fazla yormuştuk.
Açıkçası bunun sebebinin sorumluluklarını yerine getirmeyen ebeveynlerimiz olduğu düşünüyordum. Çocukların bir olaya karşı bakış açısı, onu yönlendirme yapan bir kişiye bağlıdır. Çocukken bu yönlendirmeye sahip olduğumuz söylenemezdi, ne iyi ne kötü anlamda! Bazı şeyleri olaylar karşısında çıkarım yaparak kendimiz keşfetmiştik ve bunun iyi bir sonuç verdiği söylenemezdi.
Örneğin; Aile olmak ne demekti!? Gereksiz fedakarlıklar, haksız çıkan bir haklılık, tükenen zaman, zihin ve beden! Bize göre aile olmak en yakın tabirle bunlar demekti. Bizim olmayan sorumlulukları en iyi şekilde yüklenmek demekti! Ve bu sebeple artık tek başımıza aile olmaktan korkuyorduk!
Yemek hazır olduğunda etrafta daha yapacağım iş var mı diye düşünüyordum. Annem keyfinin yerinde olmadığı bazı zamanlar, kendi işlerimi bitirsem bile oturmamam gerektiğini söylüyordu. Bunu benim kötülüğümü istediği için yapmıyordu, sadece oda bazen ne istediğini bilmiyordu.
Nihayet annem geldi, kendi kişisel ihtiyaçlarını yerine getirene kadar bayağı bir vakit geçmişti, bende o sırada Aras'ı yedirmiştim. Yemek hazır olsa bile annemiz sofrada bulunmadan yemek yiyemezdik. Bu bir kural değil, kendi tercihimizdi. Annem sofrada olmadığı zamanlarda nedendir bilinmez bizde yemeden kalkar en fazla bir iki lokma atıştırırdık. Bu durumdan isnat olan tek kişi ise Aras'tı. Her şey bitip Aras'ı uyuttuğumda kemiklerimin inanılmaz ağrıdığını fark ettim. Bu hassas benliğim için tam bir kaostu! Bir süre sonra bu ağrılara dayanamıyordum.
Ailesel mevzuların yanında sosyal hayatımda ki ezik profilim, ruhsal ve bedensel rahatsızlıklarım birleşince tam anlamıyla yılların ağırlığı üzerime çöküp kolumu kanadımı kırmıştı. Açık konuşmak gerekirse ne yapacağımı da bilmiyordum, daha ne kadar bu şekilde yaşaya bilirdim emin değildim. Amacımı bulamıyor, yaşama tutkum günden güne azalıyordu. Bu, benim gibi enerjik ve pozitif biri için oldukça dramatik bir sondu!
Belki de sadece biraz anlaşılmaya ve dinlenmeye ihtiyacım vardı. Sanırım dinlenmeye oldukça çok ihtiyacım vardı...
***
Sanırım ilk defa ne yazacağımı bilmiyorum fakat umuyorum ki yardıma muhtaç olan benliklerimiz kabullenmeyle bu yolları aşabilir...
Mutlu ve huzurla kalın...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İsimsiz Proje
Non-FictionDürüst olmak gerekirse ben bir psikiyatris değilim. Yani ne tür bir saplantıya sahip olduğumu bilemem! Aslına bakarsak ben doktor bile değilim. Bu demek oluyor ki işin bedensel veya zihinsel olup olmadığını da ayırt edemem! Fakat bütün dezavantajlar...