Sınav zamanlarında okula gitmeyen Serhat, daha sonradan olduğu sınavlardan her zamanki gibi çok güzel notlar almış ve büyük bir bölüm öğrencinin hayallerini süsleyen o karnelerinden birini daha eklemişti eğitim koleksiyonuna. Boş geçen bir karne gününden sonra eve gitme konusunda acele etmedi Serhat. Ama sokaklardan olabildiğince hızlı geçti. Çünkü karneyle ilgili sorular onun sosyalleşmesine sebep oluyordu ve o bu yersiz cıvıklıktan hiç haz etmiyordu. Kendini sahile attı. Hava tam da küresel ısınmadan nasibini almış bir Haziran'ın sıcaklığındaydı lakin Serhat yine trençkotluydu. Kayalık bölümü tercih eden Serhat kumsaldaki yüzme meraklılarının seslerinden uzak kalmayı amaçlamıştı. Ve başardı da. Seferleri artan deniz otobüslerinin getirdiği dalgalar da artınca yorgunluğa birebir manzaralardan biri oluşmuştu Serhat'ın dimağında. Dalga sesi, iyot kokusu, beyaz köpükler, alabildiğine mavi, hafif bir rüzgar ve Serhat'ın susturduğu içsesinin sessizliği.. Kısacası huzur..
Kafasında kaygı yoktu tam o an. Annesinin her zamanki gibi mutlu olacağı ve Serhat'ın standartlarından beklediği şekildeki karnesi çantasındaydı. Onu bekleyen dostları ve o dostların gereksiz beklentileri yoktu. Duygusal beklentileri olan, her an düşünmesi gereken bir sevgilisi yoktu. Çözmesi gereken bir vaka, ondan bir şeyler bekleyen en az bir çift ıslak göz yoktu. Sadece düşündü bir an; sırada ne vardı? Uçsuz bucaksız bir monotonluk mu? Yoksa yeni bir şeyler olacak mıydı? Daha da önemlisi, olmasını istiyor muydu? Rasyonelliğiyle fikir alışverişinde bulundu Serhat. Monotonluğun verdiği güveni seviyordu ve kendine yapacak bir şeyler hep buluyordu ama 10. yılını 2 saat önce sonlandırdığı eğitim hayatında da, 17. yılına birkaç ay sonra gireceği mecburi hayatında da bir şeyler değişsin istiyordu artık. Babasının gidişi gibi bir şey olsa bile razıydı buna.
Onun bu düşünceleri dua niyetine geçmişti sanki. Ama hayırlı bir dua mıydı? zaman gösterecekti..
-------
Yaz tatilinin ilk ayı bomboş geçmişti. Dıştan bakan bir göz için, bitirilen 2 akademik kitap (tıp bilimindeki uzmanlık kitapları, bol Latince'li, profesörler için yazılmış olanlardan), hazırlanan 3 tez, en zor seviyede bitirilen 4 PS oyunu ve kırılan sayısız G.H. kariyer rekorlarıyla geçen bir ay olsa da; Serhat için sıradan bir aydı. Bunu ilk kez yapmamıştı, son kez de yapmıyordu. Bütün hayatını zaten bunlara adamış biri için sıradan günler olması anormal değildi. Serhat sıkılıyordu. Yeni bir şeyler öğrenmek onun için yaşamın bir parçasıydı; yemek yemek gibiydi ve kendini yiyip içip yatmış biri gibi hissediyordu. Yeni bir şeyler lazımdı Serhat'a. Yeni bir kitap değil, yeni bir bilgi değil, yeni bir PS oyunu değil.. Daha değişik bir şey. Ve her bir parçasının yerini bildiği odasında o ''değişik bir şey''in olmadığını biliyordu Serhat. Kendini dışarı atmalıydı.
Sokakta insanlara kısa ve delici bakışlar atıp, bu bakışlarda gördüklerinden kişilik ve durum tahlili yapma alışkanlığı olan Serhat kafasını boşaltmak istediğinde yere bakarak yürürdü. Aslında her ne kadar işin aslını bildiği sürece etkili olmayacağını bilse de yere bakarak placebo etkisi yapmaya çalışıyordu sadece. Çünkü beynini susturmanın bir yolu yoktu. Ne başka şeylerle meşgul etmek, ne hiçbir şeyle meşgul etmeyerek durdurmaya çalışmak, ne de yoksaymak beynini susturmaya yetmiyordu.
Serhat her şeyden sıkılmıştı. Sokakta tahlilini 2 saniyede yaptığı insanlarda gördüğü şeyler bile aynıydı; özensiz saçlar, yanlış ilikli düğmeler, 3-5 farklı bağcık bağlama tekniği... Kokladığı kokuları bile tahlilleyebiliyordu Serhat. Fırından geçerken aldığı hamur kokusundan mayanın oranını bile anlayabiliyordu. Hatta şayet pişmiş ekmeğin kendisini de görebilirse renginden pişme süresini, fırında bulunduğu konumunu, bu süre zarfındaki koku parçacıklarında oluşan değişim oranlarını vs vs vs vs düşünerek yine maya oranını anlayabilirdi. Böyle bir beyne sahip insan için hiçbir şey beklenmedik değildi. Aksine baktığı her şey bilindikti. Çözülmüş bir bulmacaya bakmak gibiydi etrafa bakmak. Sıkıcıydı.
Evdeki yalnızlığından kaçan Serhat yine sıkıldı ve yalnız kalma ihtiyacı hissetti. Şehrinin tarihini belgeleyen müzeye, kapıdaki görevliyi selamlayarak girdi ve oradaki loş ışıklı masalardan birine oturdu. Resepsiyondaki asık suratlı kadına, bir kere bakışlarını kaldırması yetti. Serhat'ı görünce, bilet kesmek için hareketlendiği eli mouse'a geri döndü ve monitörden yansıyarak gözlüklerini mavi-yeşil bir hale sokan ışıkların temsil ettiği ''online ısteka''sındaki taşlarını düzenlemeye devam etti. Serhat çantasını yan sandalyeye oturttu, kendi sandalyesini de oturduktan sonra biraz daha geri çekerek uzun bacaklarını üst üste attı. Sandalyenin bi koluna koyduğu kolunun ucundaki eline suratını koydu ve tüm ''suratsızlığı''yla oturdu. Bıkkınlığını hiç durmayan ve saçlarının uzun önünü hareketlendiren of'lamaları yeterince belli ediyordu. Bir de baktıkça içe sıkıntı veren uzun trençkotunun düğmesiyle oynaması..
İçeri farklı bir koku girdi. Resepsiyondaki kadına bile değişik heyecan getiren kıvırcık kabarık saçlı bir kız, her tarafa doldurdu adeta kokusunu. Ama sadece Serhat'ın keskin burnu alıyordu bu kokuyu. Yani aslında abartıldığı kadar yoğun şekilde yayılan bir koku değildi. Ama Serhat'ın hoşuna giden bu koku tüm rasyonalitesini almıştı beyninden. Garipti, farklıydı. Bir ay önce ettiği yakarışın içeriği olan o ''farklı şey'' belki de bu kokuydu. Yeter de artardı ona bu koku. Nane, çilek, hafif bir nar çiçeği kokusunu ayırt edebilmişti. Ama bir koku vardı ki Serhat'ın her bir kıvrımı adeta kas yapmış beyninde ismi yoktu onun. Gözleri açıldı Serhat'ın. Heyecandan kalbi hızlandı ve tabii bunun yanında kaçınılmaz olan adrenalin de pompalandı. Ama farklı bir etki daha hissediyordu. Köpükten bir yatakta yattığını hissetti bir an. Sonra vücudunun bütün yüzeyini bir boşluk hissi kapladı. Uzayda gibiydi. Bu neydi böyle..
Kıvırcık kızın bukleleri köşeyi dönüp de Serhat'ın masasına doğru yöneldiğinde gözüktü. Serhat'ı geç gördü kız, görür görmez de ''Ay pardon, çok pardon..'' demeye başladı ama aynı sırada Serhat'ı süzmeye başlayan bal köpüğü gözlerinin beynine yolladığı suret ve silüetler silsilesi kelimelerini yavaşlattı. Trençkotunun omzundaki düğmeli hareketlilik, dengede tuttuğu kafa yukarı doğru kalkınca aşağı doğru gayri ihtiyari inmeye başlayan kolun ucundaki uzun parmaklar... Serhat'ın her bir parçasını loş ışığın o karanlık ortamda tek aydınlattığı şeyler, ''silüetler'' olarak gördü Kıvırcık. Serhat'sa kokuyu anlamlandırmak için yere indirdiği bakışlarını köşeyi dönmesinden itibaren hiç ayırmamıştı kızdan. Koşar adım bir tebessüm de yetişti o bakışlara. En son ne zaman içten bir gülümseme paylaşmıştı bir insanla? Düşünmek istemiyordu Serhat. O çok sevdiği -her ne kadar sık sık küfür ediyor olsa da- beynini yere atıp ezmek istiyordu. Kimdi lan bu?
Kız yumuşak ve özür dileyen ses tonuna geri döndü ve ''Özür dilerim tekrar. Ben.. ben düşündüm ki burası boş olur. Ve ben pantolonumun belini rahat rahat düzenleyebilirim. Çünkü hep öyle yaparım. Çünkü burası hep boş olur. Neden bunları anlatıyorum bilmiyorum ama özür dilerim, rahatsız etmek istememiştim'' gibi şeyler söyledi hafif gülümseyerek. Yalvarır bir biçimde değildi, büyük bir özürde de değildi. Bolca utangaçlık vardı, ki sesindeki utangaçlığın kaynağı yanaklarındaki allık bile olabilirdi. Serhat'ın, beynindeki bu tarz şiirsel kelimelerden oluşan yağmurun bir yansıması olan bakışlarını gören kızda hafif bir tebessüm oluşmuştu çoktan. Serhat kalkamıyordu ayağa. Bacaklarını hissetmiyordu. Sadece mal mal sırıtıyordu. Dilinden ''hebe hübe''lerin çıkma ihtimalinin azaldığını hissettiği anda konuşabildi Serhat; ''yok yok. Ne özrü. Siz haklısınız, boş olur genelde burası. Ben gidiyim, boşalsın yine buralar. Ne diyorum ben. Neyse işte öyle.'' Son kelimeleri söylerken ayağı kalkmış, iki elini yana açıp salarak bacaklarına pat pat vurmasına izin vermişti. Aslında onun müsaadesinin dışındaydı, istemsiz hareket ediyordu. Kızın köşeyi döndüğü ilk andan beri, yani yaklaşık 4 dakikadır mal gibi sırıttığının, hatta konuşurken de sırıttığının bile farkında değildi.
Kız köşede, Serhat da birkaç adım ötedeki masanın arka tarafında, birbirlerine al yanaklarla bakarak bir süre sessiz kaldılar. Kısa bir süre..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Serhat Halis
Fiksi RemajaPesimist, dahi, aşık ve Türk bir Sherlock Holmes. Ve Sherlock'luğun gerektirdiği üzere takıntılı, kendini beğenmiş, asosyal bir tip. Karşınızda Serhat Halis; üstünde hiç çıkarmadığı trençkotu, cebinde çok sevdiği telefonu, başında binbir türlü bela...