Bölüm 50: Final

3.7K 163 80
                                    

Yazarın Notu: Bu bölüm şuan bunu okuyan herkese gelsin.

İyi ki doğdun Gülden!

----------

3 Yıl Sonra...

"Evreka*! Evreka!" Kahkahalarımız arasında alkışlarımızı güçlendirmeyi de ihmal etmemiştik. Araştırmanın başındaki doktor Gülden Çağlay, elindeki kağıtları etrafa fırlatıp kendi etrafında dönerken gözyaşlarını tutamamıştı. Hepimiz mutluyduk. Buradaki yüz yirmi beş kişinin hepsi, hayatlarının en mutlu gününü yaşıyordu. İlk geldiğimde yalnızca birkaç ay süreceği planlanan çalışma, aksilikler sayesinde yıllar sürmüştü. Ama kimse insanlıktan vazgeçmemişti. Daha önce yalnızca birkaç defa konuşmayı başardığım Gülden Çağlay, evreka diye bağırdı son kez ve kendini alkışladı.

"Sizinle gurur duyuyorum." dedi ve ekledi "Birkaç saatliğine herkes serbest."

Kalabalık; gülüşler, kıkırdılar eşliğinde dağıldı. Ben de gruptaki arkadaşlarımla oturduğum yerden kalktım, mesai bitiminde bir şeyler içmek için sözleşmiştik ama önce odama gidip üstümü değiştirmek istiyordum.

"Grup 17!" Bize seslenildiğini duyunca dördümüz de arkamızı döndük. Gülden Çağlay, elindeki dosyaları bana doğru uzatmıştı.

"Grup 17, denekle ilgilenecek. Size serbest zaman yok, üzgünüm." Ahmet ve Okay oflayarak toplantı salonundan çıktılar. İkisi de benim yaşlarımdaydı fakat benim kadar olgun değillerdi. İçinde bulunduğumuz durumun önemini kavrayamamışlardı. Biz, tedaviyi bulmuştuk. Toplam 19 grup, yüz yirmi beş kişi. Bu insanların hiçbiri içip eğlenmek için burada değillerdi, araştırmaya faydalı olmak için buradalardı. İçinde bulunduğumuz yer bir üniversite değil, laboratuvardı. Fakat Ahmet ve Okay, bunun ciddiyetini henüz anlayamamışlardı.

"Sızlanmayı kesin. Yapmamız gereken işler var." dedi Berfin, Grup 17'nin son katılan üyesi. Bana bazı halleri hep birini hatırlatıyordu. Birini... İki yıldır görmediğim Özgür'ü.

Koskoca üç yıl boyunca bu araştırma merkezinden dışarı adımımı bile atmamıştım. Üç yıldır burada sabahlıyordum. Gün ortalarında 3-4 saat uyuyor, gece de araştırmalarıma devam ediyordum. Vücudum uyumamaya alışmıştı. Bazı geceler, araştırma merkezinin çatısındaki seraya gider, Özgür'ün yüzünü unutmamaya çalışırdım. Kokusunu o kadar uzun zamandır duymuyordum ki şu kapıdan girse belki de onu tanımayabilirdim. Reşit olmuş olmalıydı. Şimdi Depo'da olsam, hiç kimse onunla olmama karışamazdı. Ah, kendisi hariç.

Acaba unutmuş muydu beni? Hayatına devam etmiş miydi? Elbette ki üç yıl boyunca geceleri arkamdan ağlamasını, kabuslar görmesini istemem. Fakat döndüğümde, onu benim için beklemiş, beni unutmamış olarak bulmayı bekliyordum. Büyümüş olmalıydı. Biraz boy atmış, belki sıska bedeni birkaç kilo almış ve bir kadına dönüşmüş, kısacık saçları uzamış... Belki de boyatmıştı saçlarını. Belki bir hastalığa yakalanıp kemikleri çıkmış, kamburlaşmış, yüzü çökmüştü. Ama onda asla değişmeyecek şeyler vardı, özgürlüğü. Ona aşık olmamı sağlayan özgürlüğü. "Doğru olduğuna emin olduğum şeyi söylemekten asla çekinmem." bakışı. Kararlı gözleri. Bazen çocukça olan asi hareketleri. Hepsi onu Özgür kılıyordu.

Ve onu hala özlüyordum.

4 numaralı laboratuvara kartlarımızla giriş yaptık. Ahmet, elini bilgisayarın üstünde gezdirerek Denek-362'in beyin foksiyonlarını kontrol ediyordu. Yanından geçerken her şeyin olması gereken gibi olduğunu gördüm. İnsan gibiydi.

Denek, bu sabahın tam 6.21'inde gözlerini hayata yeniden açmıştı. Durmuş kalbi çalışmış, Gülden Çağlay onu hayata geri döndürmüştü. Bir sandalye aldım ve cam fanusun önüne koydum. Denek-362, bembeyaz bedeni ile karşımda uzanıyordu. Sakinleştiriciyle uyutulmuştu ve 30 saattir uyuyordu. Uyuduğu bu 30 saat boyunca, kalbi de beyni de bir insanda olması gereken gibi çalışıyordu. Damar yolu ile besleniyor, yaraları iyileştiriliyordu. Artık bir aylak değildi, o bir kadındı. Adını öğrenene kadar ona 362 diyorduk.

Salgın: SavaşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin