Bölüm 30: Küçüğüm

2.8K 156 24
                                    

    Yazarın notu: Bölümler çok kısa diye kızanları üzmemek için daha uzun yazmaya karar verdim ama şu ana kadar yazdığım tek bir cümleyi bile bilgisayardan yazmamış olduğum için öyle word'de 35 sayfa oldu gibi şeyler diyemiyorum kusura bakmayın. Bölümü okuduğunuzda medyadakinin kim olduğunu anlayacaksınız.

    İyi okumalar!

---------

    "Günaydın küçüğüm!" dedi adam. Kızının yatağının başındaydı. Alnına bir öpücük kondurdu ve okşadı onu. Okula gitme zamanı gelmişti. Eşinin kapıdan onlara baktığını hissetti.

    "Geç kalacaksın, Ahmet." dedi tüm soğukluğuyla. Yeni evlenmişlerdi. Kadın hala alışamamıştı sevgilisinin küçük bir kızı olduğuna. Kabullenememişti. O çocuk doğuramıyorken, kendi kızına sahip olamıyorken başkasının çocuğuna katlanmak zorunda olmak acı veriyordu ona. Kimse anlayamazdı ki. Yaşamayan kimse anlayamazdı.

    O hastaydı, asla çocuğu olmayacaktı. Halbuki ona benzeyen bir bebeği sevmeyi ne de çok isterdi. Genç ve güzel bir kadındı, kendinden yaşça büyük bir adamla evlenmişti, üstüne üstlük bir de kızı vardı. Yaramaz bir kızı. Ordan oraya koşturur, ses çıkarır, her şeyi merak eder, sürekli soru sorardı küçük kız. Ve ona asla çocuk sahibi olamayacağını hatırlatırdı. Ayrıca, adamın ölen karısını da andırıyordu. Ona benziyordu. Uzun lüle lüle saçları vardı. Kocası kızıyla çok ilgiliydi. Annesi öldükten sonra içine kapanmak yerine birbirlerine sarılmışlardı. Aslında güzel bir şeydi, fakat kızının bu kadar baskın olması, karısına olan ilgisini azaltıyordu. Adam bir polisti. 38 yaşındaydı. Hala gençliğindeki gibi yakışıklıydı. Ve kadın ne olursa olsun seviyordu adamı. Adamın karısı öleli iki yıl olmuştu ama kadın acele ettirmişti evlilik işini. Aşk denilir miydi buna, bilemem.

    Kadın ise 26'sındaydı daha. Gencecikti ve herkesin o hayranı olduğu film yıldızlarından daha güzeldi. Mankenlik yapıyor, kliplerde oynuyordu. Ahmet'le evlendiğinde, Ahmet'in kızıyla birlikte onun evine taşınmışlardı. Çünkü daha büyüktü, polis maaşıyla alınan ve içinde eski karısının anıları olan o küçücük evde yaşamayı reddetmişti. Onun da haklı olduğu kısımlar olabilirdi. Çok fazla yemek yapmayı beceremezdi, eve dört gün çağırdığı yardımcısına yaptırırdı yemeğini. Çekimi olmadığı zamanlar alışverişe çıkardı. Eşinin kızı yüzünden çok boş zamanı olmuyordu artık. Cadı kız, evde ne varsa kırıp döküyordu. Daha geçen hafta çok severek aldığı antika vazoyu kırmıştı. Onun yüzünden Ahmet işine de geç kalıyordu iki gündür. Buna artık izin vermeyeceğine yemin etti içinden. Şimdi de Ahmet'in kızını bırakamamasına şahit oluyordu.

    "Tamam hayatım. Kaldırayım minnoşumu da." dedi Ahmet. Kadın sabah sabah evin içinde giydiği topuklularının çıkardığı sesi umursamadan kızın odasında yürüyüp Ahmet'i kolundan tutarak kaldırdı.

    "Ben kaldırıp yaptırırım kahvaltısını, bırakırım okuluna da." dedi kadın. Sırf kocası kızını okula bırakırken geç kalıyor diye söylemişti bunları. Çok istekli sayılmazdı.

    "Yapar mısın gerçekten?"

    "Elbette aşkım. Artık bunlarla birlikte uğraşacağız." dedi ve gülümsedi sahte sahte. İstediği şey kuaföre gidip saatlerce çıkmamaktı. Adamın gözleri dolar gibi oldu. Eski karısı aklına gelmiş olmalıydı.

    "Serap... Sen benim başıma gelen en güzel şeysin." dedi. Buna değerdi.

    Kocası kalkıp gittiğinde kızını uyandırdı. Gözlerini açtığı an yine kızın ölmüş annesi geldi Serap'ın aklına. Bu görüntüden nefret ediyordu. Çocuktan nefret etmek istemiyordu fakat evren ondan nefret etmesini istiyordu sanki. Yakınlarda öğrendiği hastalığı da buna dahildi. Serap, asla ama asla kendi çocuğunu doğuramayacaktı. Hiç hamile kalmanın o sevindirici hissini, değişik yiyecekler aşerip kocasından istemeyi, doğum sancısı çekmeyi bilemeyecekti. Üzülüyordu ve bu kız da durmadan yarasını deşiyordu.

Salgın: SavaşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin