haritada olmayan yer var midir

77 2 2
                                    

Çıkınca yola ....

Geziye yedi kişi başlamıştık. Ancak bu satırları yazarken, hala hafızamı zorlayan, beynimde beni rahatsız eden boşluklar var. Fotoğraftakilerin hatırlattıklarıysa. Soldaki Türeç; İranlı bir arkadaş, gruba son anda katıldı ancak sevimli tavırlarından dolayı hemen ısındık. Ortadaki grup başkanı Şenol hoca; çelimsiz görünsede içinde bir aslan yattığını hepimiz biliyoruz. Aslında hepimizi bu geziye yüreklendirende o. En sağdaki Nedim; üniversitenin sessiz sakinlerinden. Grubun hepsi okuldan toplamaydı. Ben ve üç kız arkadaş daha aynı sınıftandık. Tülay, Ayça, Filiz.
Sanırım hiç birimiz şimdiye kadar bir doğa yürüyüşüne çıkmamıştık. Ama Şenol hoca epey anlatmıştı. Yanınmıza neler almalıyız, dağ havası nasıldır, deniz havası nasıl çarpar, yiyecekler nasıl stoklanmalı, mont ve çadırlar, pusula, halatlar, botlar, ... sanırım iyi hazırlanmıştık ve çok heyecanlıydık.
Yakın kasabanın denize enlemesine dizilmiş tepelerine tırmanacak, ertesi günde programa göre keşif gezisi yapılacaktı. Şenol hoca hariç hemen hemen hepimiz, hamdık ve dik yamaçlarda tık nefes kalıyorduk. Taze hava hepimizi çarpmış, tırmandıkça artan oksijen hem başımızı döndürüyor, hem de karnımızı acıktırıyordu. Şenol hoca yolda cep telefonuyla konuşmuş ve kamp alanımıza 3km uzaklıkta, bir dağ kasabası olduğunu ve orada da bir eğlence düzenlendiğini öğrenmişti. Akşama eğlencemizin de hazır olduğunu öğrenmiştik ve bu bizi iyi motive ediyordu.
Çadırlarımızı kurduk, nemli hava içimize işliyordu. Böyle havaların yatak çarşaflarına yaptığı nem aklıma geldi. O ıslaklıkta nasıl yatacağızda uyuyacağız diye içim titredi. İnşallah bir de küf kokmuyordur diye etrafı koklamaya başladım. Allerjim vardı ve orada bir felaket yaşamak istemiyordum.
Akşam konserde çok eğlendik hatta, konser alanındaki kasabanın süs havuzuna attılar beni. Kızlardan biri de fotoğrafımı çekti eğlence olsun diye. İçmiştik ve eğlence sınırlarını sanıyorum zorluyorduk. Şenol hoca bir ara artık toplanmağa başlayın dedi. Ancak benim üstümdekiler ıslaktı ve kasabadan birinin getirdiği giysileri giymeğe çalışıyordum. Bu kafayla ne nemli çarşaflar, ne de küflü naylon çadırlar umrumdaydı. Bir an önce yatıp uyumak istiyordum. O yorgunlukla bir de Türeç'i aradık ve sonra süs havuzunun kenarındaki şişme bir yatağın üzerindeki yarı çıplak sızmak üzere olan adamın o olduğunu anladık. Neyseki havuza girmeden üstündekileri çıkartmayı akıl etmişti. Ama sarhoş ve ıslak birini giydirmek ne kadar eziyetliydi. Giyinmek istemiyor, üstüne üstlük kendi dilinde sanırım küfür ediyordu. Giydirebildiğimiz kadar giydirdik, ve yola çıktık.
Şanssızlıklar üst üste gelmeğe devam etti. Önce o gecenin ambiyansıyla birbirlerine aşık olup, başbaşa romantik yürüyüş yapmak isteyen Tülay ve Nedim gruptan ayrılarak ve sandığımızdan da uzağa gitmişlerdi. Bu disiplinsiz davranışları Şenol hocayı üzmüş ve sinirlendirmişti. Gecenin içinde onları aramanın anlamsız olacağını, eğer dönmek isterlerse kasabaya dönebileceklerini söyledi. Nasılsa biri kapısını açardı bu yerli turistlere. Zaten omzumuzda sarhoş ve ne dediğini anlamadığımız bir İranlı vardı. Biz de ondan daha iyi bir durumda değildik.
Çadırlara nasıl dönüp nasıl uyuduğumuzu hatırlamıyorum. Ertesi gün kasabadan gelen telefondan Tülayın gece kusmağa başladığını ve gece boyu kustuğunu, birazdan da muhtarın aracıyla hastaneye şehre gideceklerini öğrendik. Nedim ile ikisinin günahını almıştık. Kabus gibi bir gece geçirmişlerdi.
Şenol hoca yeni bir kayıp daha vermemek için çevre turunu yapmadan yamaçtan aşağıya indirdi bizi. Saat daha sekiz buçukta güneşin yükselmekte olduğu güzel bir kıyıya inmiştik. Taze deniz havası, iyot ve tuzun yalamak isteyeceğiniz çekici kokusu. Artı geceden kalma baş ağrısı.
Denize donla giren, kasabadan geldiğini sandığımız, tek tük insanlar ve ardından geceden kalma, pansiyonlardan kıyıya sökun eden turistler. Artık dolmaya başlayan kıyıyı terk edip gidecekken, Filiz kumlara çömeldi. Ne yaptığını tam anlayamamıştık. Hastalandı zannetik neyseki yalnızca kumlarda birşeye bakıyordu. Hepimiz yaklaştık; Bu yanyana kıyıdaki çakıl taşlarından oluşturulmuş iki el izi idi. "Ben bunları yolda gördüm. Yamaçtan inerken, sizden ayrı bir patikadan geçmiştim. Bir kayanın üzerinde gördüm ama önemsemedim. İkinci kez görünce acaba anlamlı olabilir mi dye düşünüyordum." Şenol hoca eğilmiş, kumu dahada süpürmeğe çalışıyordu. Altından büyük bir kaya parçasının ucu çıkmıştı ve el figürü bunun üstüne bir şekilde tutturulmuştu. Şenol hoca geri dönüp kayayı bulmamızı önerdi. Aynı yolu geri döndük Filizin elleri gördüğü patikaya çıkıp, kayayı bulduk. Şenol hoca, gruplar halinde, etrafa çok dağılmadan araştırma yapmamızı önerdi. Filiz ve ben çalıların arkasında bir mağara girişi bulduk. Diğerlerine seslendik. Beraber girdik ve fenerlerle ileriedik. Yine eller devam ediyordu. Şenol hoca "sanırım bilinen bir mağaradır." dedi. Oldukça uzun bir yol katettikten sonra küf kokusunun ağırlaştığını söyledim. Filiz de başka bir koku aldığını söyledi. Bir kaç adım sonra artık hepimizin başı dönüyordu. Şansımıza Şenol hoca var derken ilk düşüp bayılan o oldu. Son hatırladığım kalan şarjımla 911'i tuşladığımdı.
Gözlerimizi açtığımızda hiç bilmediğimiz bir arazide, elektrik tellerinin altında gelişi güzel yatıyorduk. Herkes toparlanıp kendine geldiğinde, bu tellerin bizi medeniyete her nasılsa ulaştıracağını hissediyorduk. Pusulanın kuzeyi gösterdiği yönü izlemeye karar verdik.
Yol bizi ölü bir kasabaya çıkarmıştı. Aslında belkide kasaba ölü değildide biz öyle sandık. Yorgunduk, açtık ve en önemlisi kayıptık. Saat sabahın 10:00'u idi ve sanıyoruz bir gün nasılsa geçmişti.
Her nasılsa hala şarjım vardı. Cep telefonumdan jandarmayı aradım. Ordu yakınlarındaki kamp yerimize bizi geri götürebilirlerdi. Jandarma eri telefona şöyle cevap verdi. "Buyrun Manisa jandarma karargahı"

GEZIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin