Filiz yorgunluk ve susuzluktan bir kapının dibine gölgeye çöktü. Onun yanına kapı duvarına da Türeç dayandı. Kafasını kaldıramıyordu o da. Korktuğum şey bu kadar güzel bir yerde, aptalca bir sebepten ölmekti. Büyük bir kasaba ama su yok, canlı yok, boş sanki herşey plastik ve gıda ihtiyacı olmayan şeyler. Şenol hoca hala bir şans vardır diye aranıyor. Evlerin kapılarını çalıyor, camlardan bakıyor içerilere, dükkan olduğunu düşündüğümüz ama nedense boş rafları olan yerlere dalıp çıkıyordu. Türeç bir iki dakikadır dayandığı kapı duvarından doğruldu. İleriyi işaret ederek parmağını sallıyor, heyecandan kendi dilinde bağırmaya çalışıyor, kuru boğazından çıkmayan sesiyle, dikkatimizi çekmeye çalışıyordu. Şenol hoca koşarak geldi yanımıza baktığı yöne dönünce iki bina arasında uzakta belli belirsiz bir duman gördük. Var mıydı gerçekten sanrı mıydı anlamak için birkaç binayı daha geçmek gerekti arkadaki dumana sebep olan şeyi görmek için.
Halimiz olmasada adrenalin mi nedir biraz daha dayanak güç çıktı içimizden, Şenol hoca önde arkada biz o birkaç binayı hızlı adımlarla geçtik.
Binaların arasından arkaya doğru yükselen bir yokuş ve bayırın tepesinde de duman vardı. Evet vardı ama dumanın sebebi ev mi yangın mı, yoksa daha da beter bir şey mi diye kararsız kaldık. Hepimiz birbirimize bakıyor, içimizden bir ses git bak derken, ayaklarımızı yere çivileyen korku dalgası şahsen benim midemi bulandırıyordu. Sinirleri bozulan Filiz, bir iki adım atıp yere çöktü, tozdan kirli yüzünde oluşan çamurdan çizgileri görebiliyordum. Sessizce ağlıyordu. Artık hali de kalmamıştı yürümeye. Gidip yanına sarıldım ona, saçlarını okşayıp sakinleştirmeye çalışmadan. Yorgunluk, üzüntü, stress, açlık artık ortak bir noktaydı ve onun ağlaması beni de rahatlatıyordu. Yapılabilecek tek insani hareket.
"hadi son bir hamle" dedi Şenol hoca. "Ha gayret biri benimle gelsin bakalım anlamlı bir şey mi, iyi mi kötü mü hepimizi sürüklemeden." Hareketlenince peşinden Türeç te yürüdü yokuş yukarı. Uzun yokuşu çıkmaya başladılar. Arkalarından yokuşun altında halsizce oturduk Filizle. Burnunu çeke çeke kafası omuzumda, arada bir "Bari su olaydı ya" Dayanamadım, kalktım, gücümün yettiğince sağa sola evlere bahçelere bakmaya başladım. Çeşme, kova, dere su ile alakalı ne olursa diye aranmaya başladım. Arada da dönüp Filizin olduğu yere gelen giden var mı diye bakınıyordum.
Üçüncü kez döndüğümde Filiz yerinde yoktu. Sanıyorum su için, gücünü toplayıp, dolaşmaya başlamıştı.
Bizimkilerin yokuşun tepesinde kaybolduğundan beri dakikalar geçmiş, ne onlardan ne de Filizden iz yoktu. Hava çöl deymişçesine, kararırken soğumaya başlamıştı. Bir süre daha bakınıp, sığınacak bir ev de karar kıldım.
Yorgunluk ve açlıktan sızmışım. Kaç saat geçti, gecenin kaçıydı bilemiyordum cünki, saatler önce şarjım bitmişti. Bulutsuz gökyüzü yattığım yerden görünüyordu. Kutup yıldızı dedim, küçük ayı, büyük ayı. Tamam konum belli ama haritasız ne işime yarar ki. Birazcıkta olsa, şu an da Manisa nın harita konumunu hatırlayamıyordum. Kafam kazan gibi, susuzluk,.....
KLİST
"Kaç kişi buldunuz?"
"Aslına bakarsanız izlediğimiz, İki erkek iki kadından iki kadın da kayıp ve..."
Morkoların izleri var.
"Onlardan önce bulamadınız ve zaman doluyor. Elimizdekileri, yollayın."
Baygın yerde yatan Şenol hoca ile Türecin hareketsiz bedenleri, etrafına süzülüp gelen İki renkli Klistlerden, iki varlık;
Ellerini alınlarına koydular, artık tek hatıra onlarınki olacaktı. Silinmiş anıların yerine yazılanlar gayet basitti. Hiç mağaraya girmemiş, Ordu dağlarındaki bir köy evinde gece konaklamışlardı. Eksik yolcular da, hiç olmamışlardı.