Gecenin bir yarısı duyduğum tıkırtı sesleri yüzünden uyanmış, üstüne üstlük bu sesi kimin çıkarttığını çözmeye uğraşmak yerine yatakta oturur pozisyona gelerek düşünmeyi tercih etmiştim.
İlk başta bunun bir saldırı, ejderha saldırısı olduğunu düşündüm fakat çığlık sesi yoktu ya da babam beni uyandırmaya gelmemişti. Dur bir dakika bu sesi sadece ben mi duyuyordum o zaman?
Annem hızla içeriye girdiğinde bu sesi sadece benim duymadığımı anlayarak ayağa kalktım. Annemi bu kadar endişelendiren şeyin ne olduğunu merak ediyordum ve bunun kötü bir şey olduğunu da az çok tahmin edebiliyordum.
"Dışarıda," dedikten sonra bir süre bekledi ve derin nefes alarak nefesini düzene sokmaya çalıştı.
"Sorun ne?" Sorumu bekliyormuş gibi elini omzuma koydu ve "O ne zaman uyandı," diye saçma bir soru sordu. Hadi ama bana neler olduğunu anlatman gerekiyordu anne, soru sorup beni daha da meraklandırman gerekmiyordu.
"Kimden bahsediyorsun?" Benim sorumda saçmaydı ve şu an kimden bahsettiğini az çok anlamıştım. "Minho mu?"
Bir süre bana anlamadığını belirten bakışlar attı. Ona Minho'dan bahsetmemiştim doğru ya! Gerçekten tam bir salağım.
"Chan'ın vurduğu çocuk," diye mırıldandığında "Minho," diye hızlıca yanıtladım onu. Konumuz onun ismi değildi açıkçası fakat nedensizce anneme ismini söyleme gereksinimi duymuştum ki, bu annemin pekte umrunda değildi gerçi. "Her neyse. O şu an dışarıda."
Dışarıda gürültü yaparak mı dolaşıyordu o? Ona her şeyi anlatmıştım oysaki. Dur bir dakika sorun bu değil. Sorun herkesi başına toplayacak olması ve kendisi ile bizi yakalatacak olması.
Anneme daha fazla bir şey demeden odamdan ve evden çıktım. Daha fazla oyalanırsam işlerin daha da kötü olacağına emindim. Bakışlarımı bir süre etrafta gezdirdim ki karanlık yüzünden hiçbir şey göremiyordum. Bir mum bile almamıştım! Ne bok yiyecektim şimdi? Neyse ki harika, kesinlikle yalakalık yapmayan biriydim, annem dışarı çıkıp elime bir gaz lambası tutuşturmuştu. Evet en azından bu iş görürdü.
Annemin içeriye girmesini bekledim. Dışarıda kalırsa benimle birlikte geleceğini biliyordum sonuçta. İçeriye giren annemle birlikte tekrardan etrafıma baktım ve gördüğüm bir kuyruğun bırakabileceği izi takip ettim. Bu demek oluyordu ki, Minho'nun yanında ejderhası da vardı ve yakalanırlarsa hiç iyi şeyler olmazdı.
Kuyruk izleri silah odasının önünde bitiyordu ve odanın kapısı sonuna kadar açıktı. Neden bir silaha ihtiyaç duymuştu ki ya da sadece etrafı mı geziyordu? Hadi ama bunu neden bu kadar sesli yapıyordu?
İçeriye girdiğimde kimsenin olmadığını gördüm. Tamam burada olduğunu düşünmem bir hataydı. İhtiyacı olan şeyi alıp gitmişti işte. Bir mızrak... Ne işine yarayacaktı?
Kapıyı kapattım. Kuyruk izleri bitmişti ve artık onu bulabilecek hiçbir izim kalmamıştı. Eh tabii gemilerin olduğu taraftan bağırtı sesleri gelmeseydi onu bulmam gerçekten zor olabilirdi.
Denize doğru ilerledim. Ejderhası ağzında tuttuğu meşale ile ona yardımcı olurken Minho elindeki mızrak ile balık yakalamaya çalışıyordu.
"Minho!" Bağırmam ile irkildi ve kafasını kaldırarak bana baktı. Burada ne işimin olduğunu sorgulayan bakışlarının arasında ona doğru ilerledim ve elimdeki gaz lambasını yere koyup kollarımı önümde birleştirdim.
"Burada ne işin var?" Bu soruyu benim ona sormam gerekiyordu! "Gecenin bir vakti olmuş. Uyuyor olmalıydın."
"Aptalın teki ejderhası ile birlikte ses çıkartıp beni uyandırdı."
Anlamış gibi kafasını salladıktan sonra denizin içinden çıkıp bize doğru ilerleyen ejderhamı işaret etti. "Soonie'de burada."
Soonie? Ejderhamın ismini nasıl biliyordu o? Daha önce bundan bahsetmemiştim ki, zaten uyandığında beri onun ejderhalar hakkında konuşmasını dinlemiştik ya da daha çok ben dinlemiştim.
"İsmini nereden biliyorsun?" Kim daha salakça sorular sorabilir yarışması yapsak kesinlikle kazanan ben olurdum.
"Soonie söyledi," diye neşe ile konuştu ve elini ejderhanın kafasına koyup onu sevmeye başladı. Bir süre Hyunjin'in dediklerini düşündüm. O gerçekten ejderhalarla kafayı bozmuş bir deliydi ya da benimle kafa buluyordu.
"Şaka yapıyorum." Yüzüm ifademden ne düşündüğümü anlamış gibi konuştu ve kahkaha attı. "Hyunjin, senin bir ejderhaya isim verdiğini ve en az benim kadar deli olduğunu söyledi."
Hyunjin... Daha bir gündür tanıdığı bu çocuğa fazla güveniyordu ya da bu bir deli anlaşmasıydı. Birbirleri ile sanki daha önceden tanışıyormuş gibi her şeyi konuşuyorlardı ve gerçekten Hyunjin hiçbir şey saklayamıyordu.
"Burada ne yapıyorsun," diyerek konuyu değiştirdim. Önemli olan onun Hyunjin ile konuşuyor olması değildi. Önemli olan onun burada ne işinin olduğuydu. Yakalanabileceği hiç aklına gelmemiş miydi?
"Bana sadece öğlen yemeği verip tüm günü onunla geçirebileceğimi mi düşündün?"
Tamam bu konuda haklıydı. Ona sadece öğlen bir şeyler getirmiştik ve ondan sonraysa ahırdan çıkmaması gerektiğini söylemiş ve ona güvenmeyerek kapıyı kilitleyip gitmiştim.
"Dur bir dakika, kapı kilitliydi. Dışarı nasıl çıktınız?"
"Dori'nin yardımı ile." Hala meşaleyi tutan ejderhasına hitaben konuştuğunda onunda ejderhasına isim koyduğunu fark ettim. Bir tek ben değilmişim demek ki.
"Anlattıklarımı hemen unuttun mu?"
"Her neyse," diyerek geçiştirdim onu. Evet unutmuştum. Tonlarca özellik saymıştı hangi birini aklımda tutacaktım ben. "Dışarıya çıkmanı geçtim, gürültü yaptın. Herkesi başına toplayabilirdin?"
"Yanımda Dori varken kimse beni göremez." Neşe ile konuşup ejderhasının kafasını sevdi. Mızrağın ucunda ki balığı ejderhasına uzattı ve yemesini bekledi.
"Hem dışarıya çıkmam benim suçum değil. Benim tek bir öğün ile hayata kabileceğimi düşünen Jisung'un suçu."
Evet, mükemmel. Birde suçu üzerime atmıştı. Onu aç bırakmayı sanki ben istemiştim de... Ona akşam yemek götürsem fazla belli olurdu, hata yakalanabilirdik ve o bunları kesinlikle umursamıyordu.
"Yakaladığın balıkları al ve ahıra geri dön. Kimseye gözükmemeye çalış birde. Sabah diğerleri ile konuşup bunun çaresine bakacağım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Дракон/ MinSung
Teen FictionJisung, arkadaşının yanlışlıkla vurduğu ejderhanın peşinden giderken hiç beklemediği bir şeyle karşılaşmıştı.