1. BÖLÜM

19 5 0
                                    

    Onu bulduğumda hala hayattaydı.

    İlk başta beni pencerenin önüne götüren şeyin ne olduğunu bilmiyorum, fakat bir şekilde kendimi orada buldum. O noktada pencereden uzaklaşmayı seçebilirdim, hatta uzaklaşmam daha iyi olurdu. Olayları akışına bırakabilirdim. Fakat bırakmadım.

    Kuşun boynu kırılmıştı. Kanatları açıktı ve tüyleri bir karatavuktan çok tavus kuşunu andırırcasına dimdik duruyordu. Pencereyi açtım. İkisinin çarpıştığı yerde cam lekelenmiş olduğu hâlde neredeyse aramızdaki bu sınırı unutuyordum.

    Daha sonra eğilip bedenimin üst kısmını pencereden çıkardım; böylece kuşun tam üzerinde duruyordum. Hayvan acı çekiyordu. Doğru, bundan emin olamazdım fakat her nasılsa emindim. Sanırım beni esir kılan kuşun gözleriydi. Pencereden uzaklaşma seçeneğim yok olup görünürde başka seçeneğim kalmayıncaya kadar beni orada hapsetti.

    Odaya geri döndüm, nasırlı ve çatlak elimi uzatarak masamın üzerinde duran Capote'nin kitabını aldım. Pencereye döndükten sonra elimdeki kitabı havaya kaldırdım.

    Bir anlık da olsa tereddüt ettim. Fakat kuş iyileşmesi imkansız bir durumdaydı. Bir şekilde kuşun benden istediğini yaptığımı hissediyordum; onun yerinde olsam benim de isteyeceğim şey bu olurdu.

    Belki de sadece bazı ihtiyaçlarıma kılıf uyduruyorumdur. Doğrusu hangisi olursa olsun, bu yapılması gereken şeydi. Bir şeyin can çekişmesini izlemek bana zevk vermiyordu. Buna izin vermezdim.

    Kitabı yere indirmemle kapının açılması bir oldu.

    Annem odaya girdiğinde, gönülsüz bir şekilde ona döndüm. Keyfim yerindeydi. Bunu kaybetmek pek içimden gelmiyordu. Fakat annem orada duruyordu ve bunun bir nedeni olmalıydı. Annem havadan sudan konuşmak için gelmezdi odama.

    Annemin gözleri bir anlığına pencereye kaydı. O sırada onu izliyor olmasaydım, bu hareketi yakalayamazdım. Hiçbir şey söylemedi. Capote'nin yanından fırlayan tek siyah tüyün ne olduğunu sormadı. Yatağı işaret etti ve oturdum.

    Elinde makyaj malzemeleri vardı. Pek de nazik olmayan hareketlerle makyajı gözüme uygularken canımın acıdığını belli etmedim.

    Sonucu incelemek için arkasına yaslandığında, "Oldu," dedi.

    Görüşümü netleştirmek için birkaç kez gözlerimi kırptım ve kendimi incelemek için aynanın önüne geçtim. Mor gözüm hâlâ görünür derecede şişikti fakat en azından o alana sürdüğü fondöten koyuluğunu kapatmıştı. Bunu rutin olarak kabul etmeye başladığım gerçeğini neredeyse unutarak kendimi incelemeye devam ettim.

    "Sağ ol," diye mırıldandım. Bu rutini ne zaman yapsak ona söylediğim tek şey bu oluyordu ve o an, kendi yol açtığı bir morluğun üzerini örttüğü için ona teşekkür etmenin çok tuhaf bir davranış olduğunu fark ettim. Yine de, uzun zaman önce onunla geçirdiğim bu anların tadını çıkarmayı öğrenmiştim. Bu anlarda, hissettiğim fiziksel acının gerekli olduğunu söylediğinde ona neredeyse inanabiliyordum.

    Annem, "Şimdi git," diyerek beni düşüncelerimin arasından çıkarıverdi. "Yoksa okula geç kalacaksın." Onu başımla onaylayarak, çoktan hazırlanmış olan çantamı askıdan aldım ve kapıya doğru yürümeye başladım.

    Küçük kız kardeşim Duygu yukarıdan, "Hey, beklesene!" diye bağırdı.

    İçimden kapıyı ardımdan çekip onu beklemeden yola çıkmak geçiyordu fakat bunun annemi sinirlendirmekten başka bir şeye yol açmayacağını biliyordum. Sanırım bu yüzden bunu yapmak istiyordum. Bu sabah kendimi daha iyi, daha güçlü hissediyordum. Çok sonra, bunun nedeninin büyük ihtimalle o sabahki karatavuk olduğunu farkettim.

    Kapıda sabırsızca Duygu'yu beklerken, annem de bana uyarı dolu bir bakış attı. Birkaç saniye sonra Duygu, sırt çantası elinde koşa koşa merdivenlerden indi. Her zamanki kusursuz görünüşünü izlerken gözlerimi devirdim. Kızıl kahverengi saçları omuzlarından aşağı kusursuz bir şekilde dökülüyordu, makyajı oldukça hafif ve zevkliydi. İkimiz de güzel sayılırdık, fakat çoğu zaman onu kıskanmadan edemiyordum. İnanın bana, bunun için haklı nedenlerim de yok değildi.

    Kardeşim açık renk pantolonla, önden düğmeli süt mavisi bir bluz giyiyordu. Kendi üzerimdeki kırışık tişörtle eşofman altıma baktım. Annem güzel şeyleri hep Duygu'ya alıyordu. En azından eşofmanım üzerime tam geliyordu.

    "Vay canına, bugün çok güzelsin," dedim. "Artık gidebilir miyiz?"

    Bunu duyan annem bana ters ters bakmaya devam etti. Acemice topladığım at kuyruğundan suratıma düşen saçlarımı geri iterek, annemin bakışlarını görmezden geldim.

    Duygu ise içten bir şekilde gülümseyerek yanımdan geçip açık kapıdan dışarı çıktı. Bunun çocukça bir davranış olduğunu biliyorum, fakat yine de iç geçirerek bir kez daha gözlerimi devirdim. İkimizin arasında diplomatik davranan kesinlikle Duygu'ydu. Ben pek öyle değildim. Yine de bu sabah onunla dalga geçtiğim için kendimi kötü hissettim. Her sabah, benim gibi "hazırlanmak" (annem bu durumu böyle adlandırıyordu) zorunda kalmıyor olması onun suçu değildi. Ve dürüst olmak gerekirse annemin ona davrandığı gibi bana davranmaması beni mutlu ediyordu. Duygu benim kadar dayanıklı değildi, o yüzden bunu kaldırıp kaldıramayacağını bilmiyordum.

    Tam kapıyı kapatmadan önce annem seslendi. "Zeynep!"

    "Biliyorum, biliyorum," diyerek sözünü kestim. "Oraya varana kadar durmayacağız."

______________________________________ 

          HERKESE MERHABALAARR!!!

    Bu benim yazdığım ve yayımladığım ilk kitabım. Umarım ilk bölümü beğenmişsinizdir, beğendiğinizi umuyorum. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. Sizlerin değerlendirmeleri benim için önemli. Diğer bölümlerde görüşmek üzere 🤗

SON KURTARICIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin