Sabah telefonumun çalmasıyla uyandım. Arayanın kim olduğunu görünce şaşırdım. Arayan Ozandı. "Alo?"
"Günaydın, Denizcim. Hadi kalk, giyin. Seni bir yere götüreceğim." Heyecandan ölebilirdim. Ozan, yakışıklı Ozan beni bir yere davet ediyordu. "Nereye götüreceksin beni?"
"Orası sürpriz," Sesinden sırıttığını anlayabiliyordum. "sen bana ev adresini mesaj at. Ben gelince seni çaldırırım." dedi ve kapattı. İtiraz beklemediği belliydi, gerçi ben zaten bu teklife hayır demezdim. Hemen tuvalete koşup temizlendim. Yüzümdeki sırıtış o beni aradığından beri hiç solmamıştı. Bu kısa film işi şansımı açmıştı belli ki. Saçlarımı taradım ve dolaptan kıyafet seçmeye çalıştım. En sonunda koyu bir kot ve bakır rengi bir kazağı üstüme geçirdim ve oturup gelmesini bekledim.
Birkaç dakika sonra telefonumu çaldırdı ben de koyu yeşil montumu üstüme geçirip hemen aşağıya indim. Arabaya bindiğimde bana sırıtarak baktı ve göz kırptı. Böyle bir yakışıklılık yok, sanki özel olarak sipariş verilmişti. Gözlerinin şekli gülünce çok güzel oluyordu. Bembeyaz, ışıl ışıl bir gülümsemesi vardı. Ve o mükemmel, dolgun ve pembemsi dudaklarını oynatarak konuşmaya başladı. "Naber?"
"İyidir. Senden?"
"Benden de iyilik. Heyecanlı mısın?"
"Daha çok meraklıyım. Hala nereye gittiğimizi söylememekte ısrrcı mısın?" Bunun üzerine yine sırıttı ve ben yine onun gülüşüne bakmaya doyamadım. "Biraz sabret güzelim. Zaten az kaldı. Tek bir ipucu kahvaltı edeceğimiz." Yemek yemeye bayılan biri olarak bu ipucu üzerine ellerimi çırptım. Ozan, arabayı çok lüks, boğazın kenarında bir restorantın otoparkına park etti. İçeride cam kenarı bir masaya oturduk ve siparişlerimizi verdik. "Ee Deniz, beğendin mi sürprizimi?""Beğendim, hem de çok beğendim. Çok teşekkür ederim." Hem kibar hem yakışıklı. Oğuz öküzünün aksine çok nazik ve tutarlı, ama yine de Ozan biraz çapkın ve kibirli birine benziyordu. Yemeklerimiz geldiğinde tabağa bakakaldım, bunu müzeye falan koymalıydılar. Çok hoş ve iştah açıcı görünüyordu ve ben her ne kadar aç olsam da daha ilk günden çocuğu soğutmamak adına yavaş ve nazikçe yedim. Yoksa evde olsam bu tabağı var ya şimdiye mideye indirmiştim. Tam rahatlamış, Ozan'la olmanın tadını çıkarırken Oğuz aradı. Telefonu açmamla bağırması bir oldu. "Deniz, neredesin? Bütün herkes burada, prova için seni bekliyoruz." Eyvah, ben prova sabahki heyecanla tamamen unutmuştum. "Oğuz, ıı ben yoldayım ama bir trafik var bir trafik var. O kadr trafik var ki görsen allahın şaşar. Öyle bir trafik. Ben şimdi yoldayım." diye küçücük, beyaz bir yalan söyledim ve telefonu yüzüne kapattım. Ozan'a döndüm ve aceleyle konuşmaya başladım. "Ozan hemen gitmeliyiz, kalk hadi! Çok acil!" Daha Ozan ne olduğunu anlamadan ben çoktan kapıya varmıştım bile. Hemen arabaya bindik, ona olanların özetini yapıp gideceğimiz yerin adresini söyledim. Yolda son sürat giderken Oğuz'un zilyon tane aramalarının hiçbirine cevap veremedim utancımdan. "Tatlım, rahat ol biraz. Oğuz'a açıklarım ben, kafana takma." Bana tatlım dediğine mi sevineyim yoksa beni savunacağına mı bilemedim. "Şimdiden teşekkür ederim Ozan." diyip ona en samimi gülümsememle gülümsedim. O da bana o sıcak gülümsemesiyle karşılık verdi ve kucağımdaki elimi avucu arasına aldı. Büyüleyiciydi, inanamayarak ve heyecandan kalbim sıkışarak ona baktım. "Merak etme, Deniz." Bu ne kadar iyi bir çocuktu böyle. Derken maalesef bu hoş yolculuk sona erdi ve tiyatromuzun provasını yapacağımız yere vardık. İçeri girdiğimde herkes bıkkınlıkla ve sinirli bir şekilde bana baktılar. Bunun üzerine çok gerildim ve Ozan da bunu anlamış gibi elini belime koyup beni kendine çekti. Bu hareketiyle içim ısınmıştı.
Gözlerim açıklama yapabilmek için Oğuz'u aradı. Onu bulduğumdaysa beyefendinin sinirli halinden eser kalmamıştı. Sahnenin köşesinde Ceren'le bir şey konuşuyordu, yine dip dibe. Neden bilmiyorum ama o an hem sinirlendim hem de kırıldım. Ben de bir anda gelen özgüvenimle Ozan'ın elini tuttum ve onu Oğuz'un yanına doğru çekiştirdim. Bu hareketime Ozan da şaşırmış görünüyordu ama yüzünde kocaman bir gülümseme de vardı. Oğuz'un görüş alanına girdiğimizden emin olunca bana dönmesi için yüksek sesle öksürdüm. Göz ucuyla baktığımda bize baktığını gördüm ve hemen harekete geçip Ozan'ın boynuna atıldım. Oğuz'un bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum, tamamen bize odaklanmıştı. Normalden biraz daha uzun sarılıp ayrıldıktan sonra yüzüne gülümsedim. "Ozan, kahvaltı için ve beni buraya getirdiğin için çok teşekkür ederim." dedim ve yanağına doğru uzanıp bir öpücük verdim. Elbette şu an yaptıklarımın hiçbirini normal şartlar altında yapmazdım ama Oğuz'un sırf bunları görmesini istediğim için böyle davranıyordum.
"Sonunda gelebildin." Arkamdan gelem sesle arkama döndüm ve Oğuz'la göz göze geldik. Gözlerinde öfke karışımı bir şey vardı. "Hiç sorma, çok fazla trafik vardı. Ama Ozan beni getirdi." dedim ve tekrar Ozan'a gülümsedim bilerek.
Oğuz yüzünde umursamaz bir ifade ile bizi tersledi. "Koklaşmanız bittiyse başlayalım." Of ne sinir çocuktu bu. Ozan'a veda edip sahnede yerimi aldım.
Bir şey çok dikkatimi çekmişti, Ceren hala sahnedeydi. Provalarımız insanlara kapalı yapılıyordu yani burada olmaması lazımdı. Oğuz aklımı okumuş gibi bu sorularıma cevap verdi.
"Bu Ceren, artık bizimle çalışacak." diyip Ceren'i tanıttı.
Ceren mi, Ceren mi!? Ben bu kızla aylarca aynı sahnede mi çalışacaktım yani? Oğuz'a askıntılık eden bu kızla? Yüzümün aldığı şeklin anlmını Oğuz anlamış olmalı ki yüzüme bakarak sırıttı. Demek öyle dercesine bakışlarına karşılık verdim. Oğuz yavaş yavaş yanımdan geçerken kulağıma eğildi ve sadece benim duyabileceğim şekilde fısıldadı.
"Hodri meydan."