BÖLÜM 1

450 4 5
                                    

İnsanları anlayamıyorum. Belki çok klişe bir cümle ama gerçek bu; onları anlamıyorum. Aslında insanlardan çok, insanlığın oluşturduğu bu düzeni anlamıyorum. Din, para, şöhret, günah, siyaset, devlet... Bütün bunlar o kadar aykırı ve yerleşmiş ki sizi onlarsız bir düzeni hayal etmeye davet ediyorum. Edebildiniz mi? Hayır, çünkü bu seçenek size sunulmadı. Bu seçenek bizlere sunulmadı. Anlamaya çalışıyorum; okuduklarımı, izlediklerimi, baktıklarımı. Bazıları o kadar içten ve acı verici ki, geriye sadece onu yaşaması kalıyor. Ama bazılarını anlayabilmek için sadece onu yaşamış olmak gerekiyor. Metaforların zihnimde açık birer gökyüzü olmalarını, beni güneşleriyle aydınlatmalarını nasıl sağlayabilirim? Nasıl mı bu düzene ayak uydurabilirim; işte size bunu anlatmak için buradayım, kendi hikayemi. Görebilmemin hikayesini.

* * *

Küçüklüğümü hatırlıyorum. Her sabah kalkınca balkonda esneyerek, "Bugün ne kadar güzel böyle." derken, olmayan manzaramıza bakar ve adeta mutluluktan delirirdim. Elimdekilerle mutluydum, ailemden memnundum. Ya da şöyle diyelim, elimdekilerle mutlu olmayı bilirdim. Hücre sayım arttıkça biraz daha içime kapandım, biraz daha çürüdüm. Tabii bendeki bu çürüme emin olun diğer insanlardakinden daha azdı. Ancak büyüdükçe daha fazla çürüyüp, insandan çok robotları andırıcağımdan korkuyorum çünkü öyle bir hayatı kaldıramayacağımdan sonumun bir kaldırımı boylamak olduğunu biliyorum. Peki sonumun bu olmaması için bir şeyler yapıyor muyum? Tabii ki de yapıyorum; görmeye, anlamaya çalışıyorum.

Yaz tatilinin bitmesine iki hafta kala tiyatro topluluğumun yeni bir oyun üzerine çalışmaları başlamıştı ve bütün günlerim bu çalışmalarla geçiyordu. Geçen seneki gibi bu sene de baş rollerden biriydim. Ayrıca 3 yıl ardından topluluğa yeni biri daha katılmıştı. Aslında şöyle bir inceleyince gayet karizmatik görünen bu çömez, karizmatik göründüğü kadar burda olmaktan nefret ediyormuş gibiydi.Uzun boylu, kaslı bir vücudu vardı. Gözleri ise yeşilin en güzel tonlarındandı, kaşları koyu, uzun ve kalındı. Yüzünde altın oran olma ihitmali yüsekti. Kıvırcık saçları eğlenceli gözüküyordu. Yanına gidip ona merhaba demeye karar verdim, ne kaybederdim ki? Bu özgüvenli hareketimin sonucunda kaybettiğim şey şimdilik sadece özgüvenimdi. Nezaketimin karşılığı ne mi oldu;

"Ah merhaba, yenisin galiba?" Ardından çocuk bana doğru havayı koklayarar döndü ve işte kalbimi parçalayan ve ondan nefret etmemi sağlayan sözcükleri sarf etti: "Benimle konuşabileceğini kim söyledi? Üstelik sucuk yedikten sonra dişlerin fırçalanması ve naneli sakız çiğnenmesi gerektiğini kimse söylemediyse ben söylüyorum."

Bilin diye söylüyorum ben vejeteryanım. Sucuk yemiş ya da kokmuş olmam imkansız. Başımdan geçen bu talihsiz tanışma merasiminin ardından, yıllardır bu topluluğunun yönetmenliğini yapan Tansel Hocamızın bu sene bizimle birlikte olamayacığını, yerini Oğuz Beyin - yani az önce özgüvenimi boşa çıkaran insan- onun yerini layığıyla dolduracağını, içimizin rahat olmasını özetleyen bir konuşma ardından, vedalaştı ve gitti. Ancak benim içim rahat falan değildi, bu kendini bilmez, hadsiz adamın yönettiği bir oyunda oynayamazdı. Yapacak bir şey de yoktu tabii mecburen oynayacaktım. Yeni yönetmeniz -Oğuz- kendini bize tanıtmaya başladı, işkence saati. Burada sinema ve televizyon okuyormuş, çok da umrumdaydı. Kendini yeterince tanıttığını düşünmüş olacak ki konuşmayı bıraktı ve ezber çalışmamız için bizi serbest bıraktı. Oyunumuz küçük bir kasabada geçiyordu. Genç bir kızın öldürülmesi üzerine kasaba halkı panikler ve gereksiz bir paranoya içine girerler. Ancak bu durum gerçek katili görmelerine bir engel teşkil eder, bu durumu fark eden katil ise bunu kendi yararına kullanır. Ben oyunda kurbanın en yakın arkadaşını canlandırıyorum - tabii yeni yönetmenimiz bir değişiklik yapmazsa-. Biraz daha çalıştıktan sonra Oğuz çıkabileceğimizi söyledi. Tam çıkıcaktım ki bana doğru koştu ve, "Bir dakikan var mı?" diye sordu. Aslında çok şaşırdım ve yüzüne yumruk atasım geldi ama sadece mecburi bir "tabii" diyebildim.

"Sabah biraz kötü bir başlangıç oldu, evet her her neyse. Asıl konuya giriyorum; ben ve arkadaşlarım kısa film çekiyoruz, aylardır baş rol için hayalimizdeki gibi bir kız bulamadık ama sahnedeyken ilgimi çektin. İçimden bir ses, belki de onu buldunuz, dedi. Evet dersen ya da düşünmek istersen senaryonun bir metni yanımda sana bunu verebilirim, okur sonra da kararını verirsin, olur mu?" İçimden sayısız defa evet dememe rağmen, çok hevesli görünmemek adına sakinliğimi koruyarak "Düşüneceğim." deyip, metni elinden çekip aldım. Bu teklif beni heyecanlandırmıştı, hem bu sefer benimle gayet nazik konuşmuştu. Onca kişi arasından beni seçmişti, beni uygun görmüştü. "Peki adını ve telefon numaranı isteyebilir miyim? Bu işler için gerekli bilgiler ikisi de." Bu iş gittikçe ilginçleşiyordu. Hoşuma gitmiyor da değildi. "Aa evet haklısın, gerekiyor. Adım Deniz." Adımı söyleyince yüzünde içten ve kocaman bir gülümseme belirdi, onu gün boyunca ilk defa gülümserken görmüştüm. Mükemmel bir gülümsemesi vardı, insanın içini ısıtan türden. Telefon numaramı, telefonuna kaydettikten sonra gülümsedim ve yanından ayrıldım. Uzun zaman sonra bir şeye heyecanlandığımı görmek beni mutlu etti, beni o heyecanlandırmıştı. Gerçekten mutluydum. Eve gidip senaryoyu okumak için sabırsızlanıyordum.

DİKENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin