Yıllar önce...
Ay ışığı, rüzgârla el ele verip dingin toprağın eteklerinden manidar gecenin koynuna doğru tırmanmaya başladı, bu elzem tırmanış yitik gelecekte payidar boşluklar açmak adına, kederli nefesler üfledi geçen zamana ve bir an olsun yılmadı kayıtsızlığa... Gece, ansızın türeyen bu tehditkar birlikteliğe karşın yordam aradıysa da, lütufkâr kaderin sorgu kabul etmez tacı, kondu bir gölün başına; ışık ve rüzgâr tam da o an ortak oldu gizemin tahtına, gölde münzevi olmuş fırtınalar o an dindi yaşanacak olan adına... İşte öylesine ağırlaşmıştı gece vaktin birinde; fırtınası bol, kavisleri keskin göl şaşırıp kalmış olsa da, bu ağırlık karşısında hoşnut olmaktan kendini alamamıştı, ne de olsa varlığı boyunca hiç kadere malzeme olmamıştı. Çok geçmeden bu acınası mutluluğun yerini soluksuz bir bekleyiş almıştı: Neydi yeni oyunu kaderin, kimeydi?
Rüzgâr, ay ışığını daha fazla taşıyamadan gölün çok yakınındaki bir çalılığın üzerine bıraktı, çalılık kutsal bir ışığı üzerine çekercesine aydınlandı; hareketlenip uyandı. Kalabalıktı ortalık, nefes alıyordu toprak, hava, su... Nefes alışlarına alkışlar tuttular aralarında, biraz şımarık biraz da kederliydi uyanışları; kaderi ayaklarına getiren de buydu, uyanıyor olmak... Çalılığın ardından güçlü, olabildiğine hızlı nefes alışverişleri duyulmaya başladı. Sesin sahibi henüz gözükmüyordu, belli ki saklanıyordu; beklediği şey her neyse gelene kadar. Ay ışığı çalılığın üzerine muzipçe düştüğünde ortaya çıktı misafir: Gözlerinde derin, yüz hatlarında donuk ifadeler kol geziyordu, nefesleri kesik bir o kadar da ölümcül fırlıyordu dudaklarından. Yer yer kahveyi andıran uzun siyah saçlarının arasında kaybolmuş ela gözleri, giderek griye dönüyordu ancak bu dönüşümün herhangi bir büyüden uzak olduğu da belliydi. Donuk ifadelerle, gelene kadar defalarca yaptığı gibi kucağında tuttuğu bebeğe baktı. Bebeğin körpe bedeni yakıverdi içini; bir kez daha ve daha fazla yandı içi... Bebeği dolayan kundağı sevmeye başladı, öyle ki sanki bebeği sevecek cüreti bulamıyordu kendinde. Nice sövgüler geçedurdu dilinden; inançlarına, hislerine, duygularına... Şimdiye dek kıymet verdiği bu manevi sermaye yitmiş gibi, geriye koca bir hiçlik kalmış gibiydi... Ne kalmıştı elinde? Elindekini de verdiğinde ne kalacaktı?.. Aşk mı? Yapmakta olduğu şey her neyse artık, adı gibi bildiği bir şey vardı: Aşk solacaktı o gece, üstelik küsecekti de; bir çiçeğin solarken onu solmaya mahkûm eden mevsime küstüğü gibi... Gözyaşları kıyısına vurmaya çabalayan bir okyanus misali kabarsa da gözlerinin ardında, tuttu onları... Ağlamak söndürecek değildi acısını; içindeki acı ne kadar ateşe kardeş olsa da, sönüp gitmeyecekti gözyaşı yağmurunda... Vardığı göle dikkatle bakmak, belki de yalnızca meşgul olmak için kaldırdı kafasını bebekten, gecenin azizliği gözlerine perde gibi inip görüşünü zorlaştırsa da, önündeki birkaç çalılığı, onun ötesindeyse fırtınası az önce dinen ağır akıntılı gölü görebildi. Gölün rengi griydi; berrak bir gri... Siyah ve beyazın, böylesi güçlü iki rengin zorlu birlikteliğinden doğan bu muazzam berraklık olacak iş değildi doğrusu. Aniden düşünceleri sustu kaldı, başka şeyler düşünemezdi! Kendi ruh sağlığına hediye ettiği bu bir an anlık meşguliyet, bulundukları geceye koca bir ihanetti; kızına, sevgili eşine, duyduklarına ve beklediği kutsal kardeşlere... Gölün iki kıyısını birleştiren, çürük, tahta köprüye döndü bakışları, köprünün üzerinde beklemesi gerekiyordu, böyle söylemişlerdi. Ne yani, bu bekleyişin nedeni söylendiği yerde durmadığından mıydı, o yüzden mi gelmemişlerdi?! Bir hışımla hızlanıp tahta köprüye doğru atıldı. Bu hışma kucağındaki bebekle birlikte çalılıklar da tepki verdi, hatta gri gölün bir an için dalgalanması da bir irkilme belirtisi olabilirdi.
Tahta köprünün öte yanı ufku olmayan bir denize açılıyordu, isimsiz denize açılan bölgeyi uzun boylu, gür yapraklı, sık ağaçlar sarıyordu; tehditkar ve dokunulmazdılar... Kadın köprünün tam ortasına gelip deli gözlerle etrafı taramaya başladı. Ay ışığı son hamlesini, Kadın'ın geldiği kıyıda birikerek yaptı. Sanki gecenin tüm ışıkları kırılıvermiş de yoğun bir küreye dönüşüyordu; ışıklar kürenin içini hem dolduruyor hem de kürenin hatlarını çiziyordu. Bastığı köprüyü görebildiği bir parça ışık da yanından kopup o küreye katıldığında, zifiri karanlığa boğuldu durduğu yer. Sonrasında her şey yerli yerini bulana kadar yaptığı tek şey kucağında tuttuğu minik bedene sıkıca sarılmaktı. Kürenin içi hareketlenmeye, ışık gözlerine ilahi bir kudret gibi gözükmeye başladı. Işık yoğunlaştı, yoğunlaştı, neredeyse sıkıştı, ardından gürültü yapmaksızın patlayıp etrafa saçıldı. Kadın eliyle gözlerini perdeleyip, bu ani, sesten yoksun patlamadan dehşet duyarak çığlığı bastı, sanki çığlığı da yoksunluktan nasibini almıştı. Bebek uyanıverdi, sessizliği ağlama sesleri doldurdu. Zamanın oldukça yakın geçmişinde yaşanan tüm tuhaflıklar orada son buldu; ay ışığı olması gereken yer neresiyse çekip gitti, rüzgâr zorlanarak elde tuttuğu amansız fırtınaların ucunu bıraktı, göl ev sahipliği yaptığı fırtınaları yeniden ağırladı, çalılıklar sonrasında yaşanacaklara şahit olmamaları gerektiği hissine kapılıp uykuya hazırlandı. Işığın azalmasıyla beklenen kutsal kardeşler görünür kılındı.
Beklenen üç kişi aralarındaki fısıltılara son verip Kadın'a döndü. Dönüşleri epey hızlı olsa da, sonradan hareketleri ağırlaştı; kutsallıklarına yakıştığı gibi... Sağdaki, siyah, aklar düşmüş kısa saçının altında yeşil efsunlu bir kolye taşıyordu, kolyenin minik ucu alnının tam ortasına düşmüştü, koyu yeşil uzun elbisesiyle fevkalade bir uyum sağlamıştı. Ortadakinin uzun saçları tamamıyla beyazdı, siyah gerdanlığı boynuna ve göğüslerine kadar uzanmış, oldukça geniş bir bölgeye yayılmıştı, diğerlerine göre daha belirgin olan ten beyazlığı, dökümlü siyah elbisesiyle aynı fevkaladeliği yakalamıştı. Üçüncüsü ise diğer ikisine göre fazlasıyla göze batan bir uyumsuzluk içerisindeydi; turuncu kıvırcık saçlarının altında, kırmızı, oldukça sade bir şal ve aynı sadelikte mor bir elbise... Gülümseme merasimine geçtiklerinde Kadın, ağlamaktan kendini yırtan bebeği sakinleştirmek için kucağında pışpışlamaya başladı. Bebeğin tüm derdi annesi tarafından sakinleştirilmek olsa gerekti ki susuverdi. Kadın bu üç kişiden gözünü alıp bebeğin yanaklarından süzülen yaşlara baktı; içini burkan annelik güdüsü elini bebeğin gözyaşlarını silmeye itiyordu,
"Yapma Carminis." dedi beyaz saçlı olan, "Ona artık dokunma."
Kadın elini indirip, bebeğin şaşkın gözlerine odaklandı. Ne çok şey anlatıyordu o gözler; ne çok isyankardı, ne çok muhtaçtı... Neden uyanmıştı sanki! Neden bu kadar anlamlı bakıyordu! Bakışlardan ırak olmalıydı ayrılıklar, kavuşmaktan ırak olacaksa... "Neden?" dedi çaresizce, bir nedeni olduğunu bilse de...
"Çünkü elinde tuttuğun minik beden bir gün büyüyecek Carmin, günü geldiğinde şeytanlara karışacak... Bilirsin, Kader Çarkı... Diyar'a bir şeytan kazandırmak yerine, onu Diyar'dan uzaklaştırmak geleceğe umut getirecektir." diye ağır aksak cevap verdi turuncu saçlı olan.
"Bunu biliyorum." dedi Kadın saygısız görünmemek için zorlanarak, "Bunu zaten yazmıştınız. Sorum gerçeğe, bu gerçekliğin özüne, kızım neden bir şeytan olacak?" Sustular, cevap da aranmıyordu aslında... "Bana bir neden verin." dedi Kadın delirecek gibi; sesi yükselirken, kahrı renk vermişti.
"Hata yapıyorsun." dedi siyah saçlı olan, "Bazı nedenler, hiçlikten ibarettir. Sana cevabı hiçlikle yoğrulmuş bir neden versek de ki emin ol bu gerçekliğine sual edemeyeceğin bir neden olurdu, vazgeçmek zorunda olduğun yaşama sevinci yeni boşluklara gebe kalmaktan başka bir meziyet göstermeyecek."
"O haklı." dedi beyaz saçlı olan huşu içinde, "Bazı nedenler, ölüme sürükler."
"Ölüm, nedenlerin başı boş kıyısıdır çoğu zaman, arada gelip kırar geçirir, arada gidip kadere yardım eder." diye ekledi turuncu saçlı.
Kadın gelişigüzel yapılan bu laf ebeliğini fark edemeyecek kadar yalnızdı... Perişan ve bitaptı... İnanıyordu ki bir vakit, yaşanan bu gecenin içi delik deşik edilecekti. Artık, onu pişmanlıkların olmadığı göğe götürecek, mavi bir attı beklediği... "Ne yapmam gerekiyor?" dedi kabullenişin ruhunda açtığı felaketlere aldırmadan, "Kaya'dan bahsetmiştiniz..."
/*
''Kırılacak zaman zayıf halkasından,
Vurulacak zincirler gök duvarlardan,
Savrulacak kimliksiz ışıklar,
Yeniden doğacak umutlar...''
(Diyar'ın Yazarları'ndan: Akel Agathias.
Eser: Othena-Derlemeler)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOLDAŞLIK (LS2)
FantasiaYOLDAŞLIK (Lütfedilmiş Serisi 2) / 2016*2022 Barlas'ın sonsuza gittiği rivayet edilen merdiven boşluğuna düşmesi ardından yollarını ayırıp diyarın farklı yerlerine dağılan yoldaşlık üyelerini Alp, Barlas'a ulaşmanın yolunu bulduğu gerekçesiyle yenid...