Kanepede açıyorum gözlerimi. Üzerimde ince bir elbise. Dün akşam üzerimi değiştirmeden uyuya kalmışım burada. Ya da gidesim gelmemiş yatak odasına. Ayaklarım çıplak, gecenin soğuğunu atlatamamış. Hala soğuklar.
Yutkunuyorum, boğazım yanıyor. İçime düşürdüğün alevden midir? Yoksa söyleyemediklerim mi dizili vermiş boğazıma. Doğruluyorum. Etrafıma bakınıyorum. İnan yaşanacak kadar güzel değil bu evin içi. Eksikleri var, sen yoksun.
Kirli bir hava var içeride, ne cam açık ne pencere. Dün yine kaçırmıştım biraz sigarayı. Seni görünce çiçekler ektiğim yer, şu an kararmış, yağmurlu havadan başka bir şey değil. Doğruluyorum olduğum yerde. Sırtımdaki kemikleri kerpetenle çekiyorlarmış gibi bir ağrı, öyle böyle değil.
Ellerimden destek alarak kalkıyorum. Başım dönüyor, gözlerim kararıyor her zaman olduğu gibi. Koltuğun yanındaki kolona tutunuyorum. Balkona ilerledikçe ayağıma keskin bir şeyler batıyor. Umursamamaya çalışıyorum. Balkonun kapısını açtığımda, gelen temiz havayla öksürüyorum.
Pek bilimsel konuşmayı bilmem ben, reaksiyon gösteriyordur belki. Ayağımın altı karıncalansa da çıktım balkona. Caddeden geçen arabalar ve bu karışıklıkta bile hala top oynamaya çalışan çocuklar. Ufacık bahçelerinde yine de kendilerince eğlenmeye çalışıyorlar.
Onlar bu kadar masum, eğlenmeyi biliyorken; zamanında içimde olan çocuğu öldürmüştün sen. Senin yüzündendi. Fakat ben bunu bile seviyordum. Çünkü senin yüzün, benzemedi başka yüzlere. Ezbere bilmeme izin verecek kadar yakın olmasan da bana.
Korkuluklara yaslamıştı ellerimi. İçime gelen ürperti üşümeme sebep olmuştu. Rüzgar mıydı yoksa? Esen hafif rüzgar değildi beni üşüten. Benden gidişin, içimden yok oluşun. Bitmiş miydi? Dün gece bir hışımla kırdığım bardağın parçaları kesmişti ayağımı. Ayağımın altındaki ıslaklık ondandı.
Kırdığım bardak veyahut bardaklar önemli değildi. Senin sayende kalbimde yeşeren çiçeklerin dallarından koparıp, üstüne üstlük giderken hiç düşünmeden; bakmadan ezmiştin onları.
Biraz başımı eğdiğimde zeminden uzak oluşum aklıma gelmişti. Ona yakınlaşmak istemiştim. Bir bacağımı korkuluğun diğer tarafına attım. Nefes alış-verişlerim hızlanırken, aşağıdan bağırışlar duydum.
Kendimi geri çekip, içeriye girmiştim. İntihar etmek isteseydim bunu önceden yapardım, hiç düşünmeden. Fakat sen aklımdayken ve bu şehirdeyken gitmek bana yakışmazdı. Seni sana bırakıp, cevabını bilmediğim sorularla baş başa kalamazdım mezarımda.
Dik duramıyordum eskisi gibi. İnsanların karşısında dik durup söyleyemeyecektim seni sevdiğimi, seni nasıl iç evime aldığımı. Gidiş omuzlarımda yük bırakmıştı. Ondandı küskünlükleri. Ondan bakamıyorlardı karşıya.
Dün gece dinlediğim şarkının tınısı sözleriyle birlikte kulağıma dolunca, gözlerim de ona eşlik etmişti.
"Gülmüyor yüzün, böyle değildin.
Başın öne düşmüş, kime eğildin?
Hangi savaşta, kime yenildin?
Sen ki neler gördün, nelere direndin."
Şarkının sonrası mı? Levla vazgeçiyordu, fakat benim kitabımda yoktu bu. Vazgeçiş, kabulleniştir. Ben kabullenmeyecektim gidişini.
Ah, bir gün gideceğini tahmin etseydim, içimde kalışlarını sökerdim içimden. Peki şimdi sensiz bir hayata başlamak nasıl olacak? Duvarımda fotoğrafın da eşlik edip, tanıklık edecek mi gidişlerine?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dargın.
RomansaTanrı'ya inanmak için fiziksel bir delile gerek yoktur. Ben de sana inanmak için kalbimi açıp, güzel hislerimi tüm uzuvlarımda hissetmek istemiştim. Yanılttın mı beni? Delirdim mi yoksa? Hayır, darıldım ve fazlası. 30.06.2017