Bir rüzgar vardı.
Bırakıp geldiği evini kuşatan kuzey rüzgarlarından daha sert, gelmekte olan kıştan haberci bir soğuk... kemiklerini sızlatacak kadar soğuk hem de. Üstelik Zhuocheng'in bir yerlerden bulup getirdiği ceketinin iliklenmemiş önünü savurup duruyordu bu esinti.
Akşamın alacakaranlığı çökmeden hemen önceydi rüzgarla yıkanma vakti. Yerden yukarıya kaldırmadığı bakışları yüzünden göremiyordu lakin güneş batmış olmalıydı. O esnada zihni türlü sıkıntıları ve bu sıkıntılar için çeşitli çözüm yollarını sunuyordu önüne. Sadece zihni de değil, kalbi perişanlık kelimesini baştan var edercesine atıyor gibiydi. Keder her noktadaydı.
Baron'un Londra elçisiyle kavga ettiğini gören birisi vardı, şüphesiz bu yalandı ve Kont bu yalancının evini bulmak, onu verdiği ifadeden caydırmak için sevgilisinden yeniden ayrı düşmeyi göze almış ve Margate'de kalmıştı. Fanxing'in sayesinde fazla aramadan buldukları adres ise yüzlerine hem mecazi anlamda hem de alenen, müthiş bir gerçeklikle soğuk bir duvar gibi çarpmıştı.
Ev sahibi evini çoktan terk etmişti.
Komşuların söylediğine göre iki gün olmuştu ve Kont emindi ki o adama bunu yaptıran kişi kendisinin buraya geleceğini bilerek hareket etmişti. Bu, öyle çok gizli sayılacak, müthiş öngörü gerektirecek bir hareket sayılmazdı ancak o kişiden geride olduğunu bilmek kendisini huzursuz ediyordu. Onu nasıl yakalayacaktı?
"Dün buraya yakın bir kasabada görmüşler adamı." Diyerek boş avluya giren Zhuocheng olduğu yerde donup kalan Kont'un yanında bekleyen Fanxing'in rahatça nefes almasına neden olmuştu. Çünkü o gittiğinden beri Kont ne hareket etmiş, ne de konuşmuştu.
"Peşinden gidin, ne olursa olsun bulun onu."
Bakışlarını ağır bir tavırla yerden kaldıran Kont buz kesen yüzündeki o sert ama acılarını gizleyemeyen ifadeyle yanında duranlara baktı. Saçları çoktan dağılmış, yüzündeki renkler esintiye kapılıp gitmişti.
Evet bir şeyler yapmak için hevesle çıkmıştı yola, ama neden kolayca kayda değer bir sonuç elde edeceğini düşünmüştü ki?
İsteği hala yerinde olsa da omuzlarına çöken yükler yüzünden mi bilinmez bir ihtiyar gibi ağır ağır yürüyordu, soluğunun bile hızı değişmişti. Hayal kırıklığı yaşıyor olmalıyım diye düşündü kısa bir süre ve bu hayal kırıklığı yalnızca kendime diyerek de devam ettirdi düşüncelerini.
Soluğunu usulca dışarıda bıraktığında omuzlarını dik tutmaya gayret etmişti. "Ben de avukat loncasından biriyle görüşebilmek için Londra'ya gideceğim."
Zhuocheng bu karara itiraz etmek için hazırdı. "Tek başına gitmene müsaade etmem. Hele ki bu haldeyken."
Gözleri buluştuğunda ortalarında duran Fanxing'in anlayamayacağı birkaç şey konuştular sessizce. En sonunda da Zhan avlu dışında bekleyen arabaya yürümeden hemen önce tek bir kelime sarf ederek kendisinin önüne geçmeye çalışan kuzenini durdurdu.
"Git."
Zhuocheng mecburen ileriye gitmek için attığı adıma son vermişti. Çünkü Xiao Zhan ona normal vakitlerde olduğu gibi konuşmamış, yardım istememişti. Duyduğu ses bir emrin sesiydi ve zihninde yankılandığı ilk an durdurmuştu kendisini. Sorgulamayı bırakarak yürümesinin sebebi de buydu, onun doğruları ve yanlışları yoktu; bu onun hikayesi değildi.
"Dilersen Londra'ya, Lord Darren'in yanına dön."
Fanxing onun kendisine kısa bir süre bakarak söylediği sözleri reddetti. Londra'ya gidip Baron'u görmeyi çok istese de buradan onun için daha fazla şey yapabilirmiş gibi geliyordu. Üstelik Lord Darren'i görecek kadar sakin de hissetmiyordu kendisini. Bedeni ona karşı dindiremediği bir öfkeyle çalkalanıyordu. Çünkü Baron'un bu halde olmasında onun da parmağı vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lord, don't move that, [Yizhan]
Fanfiction"Atalarımın kanıyla yıkanmış kılıcım üzerine yemin ederim ki, lordumu her şeyden koruyacağım." ___ ~Victoria dönemi~