Yola çıktım. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Adımlarım korkak. Ama böyle bir yolda korkmak en kolayı. Aklımı mı yitiriyordum? Bildiklerimi söylemeye başladım. Adım Felicity. 22 yaşındayım. Kardeşim Andrea. 17 yaşında bir cani tarafından öldürüldü. Nedeni benim. Sorumlusu benim. Niye hala yaşıyorum?..
Yürümeye devam ettim. Kendime hiç güvenmiyordum ama bunu saklamakta çok iyiydim.
Onların pis itaatlerine uymamamın karşılığı kardeşimin canı olamazdı. Bu kadar masum bir insan benim gibi kötü biri için ölmeyi hak etmiyordu. Köşedeki kitapçıya girdim. İçeride onun adamları vardı. Şimdilik sadece izliyordum. Planlarım vardı. Büyük planlarım. Onlar kadar acımasız planlarım. Beni tanımasınlar diye kamufle oldum. Tam çıkıyolardı ki içlerinden biri arkasını döndü ve kasiyere doğru koşarak silahını kadının başına dayadı. İçerideki tek müşteri bendim. Beni görmemişlerdi. Yalnız olduklarını düşünüyorlardı. Kadına bir şeyler fısıldadı silahlı adam. Yalnızca sonunu duyabildim."Anlaşmayı bozdun Jessie. Biz itaatkar olmayanları sevmeyiz." Ve engel olamadım. Silahta susturucu olduğu için kimse bir şey duymadı. Adamlar gitti. Ben sadece baktım. Bende itaatkar değildim. Peki neden ölmedim? Ve o gün ağladım. Hiç ağlamadığım kadar. Ağlayamadıklarım için. Yine o gün fark ettim ki bir insanın en savunmasız hali ağladığı zamanlar. Sahip olduğu en saf şey ise gözyaşlarıdır. Benimkiler artık saf değil. Ruhumu kaplayan ve gittikçe benliğimi saran intikam duygusu o saflığı aldı benden. Ağlamak şimdi içimin kirliliğinin yüzüme düşmesi gibi...