Dokuz

107 7 0
                                    

Elimdeki şapka maskemmiş gibi her seferinde kontrol ediyor, sağımı solumu inceliyordum. Yeri saati ve günü tekrar söyleyip attığımda kabul etmişti ancak bu kez haddinden fazla bekletmişti. Biraz korkmaya başlamış, az da olsa üşümüştüm.

Onu benim için herhangi bir yer olan sıradan bir çocuk parkına çağırmıştım.

Küçüklükten kalma salıncak hayranlığım olduğundan, bu hayranlığın insan versiyonunu tam da onun gibi bir yerde ağırlamak istemiştim. İlk yer aceleyle karar verdiğim evime yakın bir sahildi. Ancak bu kez öyle alelade bir yer olsun istememiştim. Ona olan özür borcumu ödemek için de değildi.

Ben ona gerçekten hayrandım.

Hayatına karşı siper ettiği ruhsal gücü onun tek savunma silahı gibiydi. Kendi savunma silahlarım yalnızca dudağımdan çıkmadan önce intihara kalkışan kelimelerim olduğundan, o kelimelerin kendim gibi korkak olmasını istemiyordum belki de.

"Ajan U. Yine sarmalamışsınız kendinizi, yüzünüze hasret kaldık."

Titredim. Kinayeli sesi beni düşüncelerimden arındırdı. Benden beklediği hamleyi birkaç dakika gerçekleştiremedim. Onun arkamda olduğunu sindirmek için çaldığım vakti hemen telafi edecek mecali kendimde bulamamıştım. Binbir bahaneyle yanına yaklaşmaya çalıştığım çocuktan arkama bakmadan kaçasım vardı, hayat gerçekten garipti.

Arkama dönmeden boynumdaki siyah şalı ona uzattım. Etraftaki çocukların bağırışları kulaklarımda münakaşa içindeyken,"Bağladım." diyen sesini duydum. Bu beni gülümsetti. Kalbimin güçlü isyanına elimi bastırarak karşılık verirken ona doğru döndüm.

Karşımdaydı.

Özenle taradığı saçlarından gelen hoş koku burnuma çarparken tüylerimin usulca havalandığını hissettim. Şiddetle ben buradayım diye bağıran dudakları, dolgun duruyordu. Tepede belli olan biçimli kaşları onu daha fazla izlemek için bahane üretmemi sağlarken,"Eee," dediğini duydum belli belirsiz. "Ayakta mı konuşacağız?"

Susarak onu izlemeyi istedim, saatlerce, bıkmadan ve usanmadan. Beni durduran şey bu buluşmayı onun istediğini hatırlamamdı.

Ellerinden tutarak ses çıkarmadan yavaşça banka oturttum onu, yanında kendimle. Kolyemin havalanıp indiğini hissettim boynumun üzerinde. "Şalın güzel kokuyormuş."

Yalnızca sesi bile beni büyük bir heyecanın içine sokarken bir anda kurduğu cümleyle öleceğimi hissettim. Onu tanımıyordum, tanımayı denemiştim sadece. Başarmıştım da. Ancak bunu sadece kız kardeşi biliyordu. Bir cami avlusunun önünde bebek görseydim şaşırmazdım ama gördüğüm, bir bebek olmamıştı.

Ben o avluda koca bir adamın yıkılışına şahit olmuştum.

Acılarımızın benzerliği değildi bizi bir araya getiren. Kardeşiyle olan tesadüfi karşılaşmam ve onu kendisine fark ettirmeden tanımış olmamdan kaynaklanıyordu buluşmalarımız.

"Teşekkür ederim." dedim ve ekledim. "Neden tekrar buluşmayı istemiştin?"

"Asıl amacını öğrenmek için." Durdum. Yaklaşan yağmur bulutları soğuk havanın kasvetini arttırırken ben yine ve yine kaçıp gitmek istedim. Endişeyle,"Nasıl yani?" diye sordum. "Konuşmamız senin için çok mu sorun oluyor?"

"Hayır, konu o değil." Dingin sesi hiddetlenmek yerine çıkış şiddetini azalttı. "Konu, kim olduğunu hala bilmemem ve hakkımda bilmemen gereken bilgilere sahip olman."

Karşı çıkmak yerine,"Söyleyeceğim," dedim. "Ama şimdi değil, bana biraz zaman ver."

"Neden şimdi değil?"

Cevabı asla hislerine karşılık vermesini istediğim cevabından izler taşımıyordu. Yalnızca belki beni öğrendikten sonra istemezse, doya doya okumak için satırlar biriktirmek istiyordum. Biraz güldüğü yerlerde gülmek, kırıldığını hissettiğim yerde onunla ağlamak istiyordum. Hakkım değildi ama belki de çok az acılarına ortak olmak istiyordum.

"Orasını bana bıraksan ve bana biraz zaman verdiğini söylesen," dedim. "Bunu duymaya ihtiyacım var."

Güldüğünü duydum. "Sen..." dedi. "Beni mi seviyorsun yoksa?" Kalp atışlarım tekrar hızlandı. Durduramadığım heyecanımın sesime yansımamasını umarak bir şeyler söyleyecekken,"Tamam tamam, dur. Duymak istemiyorum. Sana süre vereceğim." diyerek durdurdu beni. Ona ayak uydurdum.

Bankı da titrettiğini hatırladığım bacaklarımın hareketini kestim. Hava hafiften eserken,"Bir ay..." dedi usulca dudaklarının arasından. "Bir ay sonra kim olduğunu öğrenmek istiyorum."

Fazla erken bir tarih beklerken, bana söylediği tarihle içime dolan ferahlama, rahat bir nefes vermemi sağladı. "T-tamam, bir ay sonra kim olduğumu öğreneceksin," dedim.

Sonra gergin ortamı dağıtmak adına güldüm. Kaşlarını çarptığını gördüğümde,"Belki öğrendiğinde birkaç numara bana da öğretirsin."dedim sevecen bir sesle. Birkaç saniye sonra neyden bahsettiğimi idrak edebildiğinde,"Neden olmasın," dediğini duydum memnuniyetle.

Sonra sessizce oturduk. Dizilerden bir sahnenin içine düştüğümü hissediyordum. Böyle anların bu kadar uzun tutulması bize o hisse vermeye çalışmaktan mı geçiyordu, çözememiştim. Ancak bunlar gerçekten yaşanıyordu, onaydan şu anda şüphem yoktu. Dakikalar birbirini kovalarken burnunu çektiğini duydum. Hava da iyiden iyiye eşmeye başlaıyorken hasta olabileceğini düşünerek,"Dağılalım artık." dedim. "Hava serinledi."

Kafasını salladı. Geldiğinde yaptığımız gibi tekrar arkamı dönüp şalı bana vermesini bekledim. Ancak elime bir şal ulaşmadığından kaşlarımı çattım,"Hadi," dedim. "Üşümeye başladım."

"Bir seferliğine bende kalsın, iade edeceğim," diyen sesini duydum, ardından koşarak uzaklaşma seslerini. Arkamı dönüp bakmadım. Şaşkınlıktan tutulmuş dilimi de alarak dalgınca ters yöne yürümeye başladım.

Hiç şüphesiz hayatımda yaşadığım en güzel tecrübelerimden biriydi.































Sınavlar bitince burada patladım, inanılmaz mutluyum🥳

Bu bölümü yazarken inanılmaz mutlu hissettiğimden aklımdakileri yazmak yerine daha hoş ve naif sahnelerle bırakmayı tercih ettim. (Bu bir anda olduğu için aniden 1000 kelime yazmak başımı ağrıttı. Bir oy verseniz fena olmaz.)

İyi günler, iyi okumalar, sağlıcakla kalınnn

Hüddam Hocası | TEXTINGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin