Sözde "toplantı gününü belirlemek için açılan bu grupta toplantı haricinde her halt konuşulmuştu. Genel olarak kavgalar baş göstermiş ama bir şekilde yatıştırılmışlardı fakat Ada ile 'kravatlılar' arasındakileri yatıştırmak çok zor olmuştu. Yüzlerce mesajla konudan konuya geçilirken sonunda mesajları takip edemeyeceğimi fark edip grubu sessize alarak telefonu cebime attım. Sonunda konuşmayı kestiklerinde önemli bir şey var mı diye göz gezdirirdim. Şuan hiç boş muhabbet çekecek kafada değildim. Televizyon kanalları arasında zap yaparken sonunda ablamın bıkkınlık dolu sesi ile suratıma attığı yastık kumandayı ona vermek zorunda kalmamı sağladı. Yine saçma sapan ve oldukça saçma bir diziyi açarak full konsantre odaklandığında bacaklarım beni odama götürdü.
Kendimi yatağa bırakıp bir süre hiçbir şey yapmadan yattıktan sonra saatlerce kendimi oyalayacak pek çok uygulama ile telefonumla uğraştım. Bu bir klasikti, saatlerimi bu telefona ve içindekilere harcayıp mutlu olmayı beklerken tam tersine darbe almış bir mental sağlıkla günümün neredeyse yarısını çöp edip gerçekliğe dönüyordum. Sonunda vaktimi daha yararlı bir şeye harcamak amacıyla telefonumu yatağımın dibindeki komidine şarja bırakıp karşısındaki raftan gözüme ilk çarpan kitaba uzandım. Tam kitabı elime alıp geri çekerken iki kitap arasındaki fotoğraf havada süzülüp ayağıma düştüğünde onu almak için yere eğildim ve popomu rahat bırakarak çömeldiğim yere çöküp oturdum. Fotoğraf incelediğimde bundan nereden baksan 4-5 yıl önce Melisa ile Ada'nın çekilmiş olduğu bir fotoğraf olduğunu gördüğümde bu gözlerimin dolmasına aynı zamanda biraz şaşırmama neden oldu. Bu fotoğrafın bende ne işi vardı ki? Fotoğraf kağıdını çevirdiğimde arkasındaki "sonsuza kadar iki yakın arkadaş" yazısıysa buruk bir tebessüme sebep oldu. Bizde bir zamanlar sonsuza kadar iki yakın arkadaştık. 'Hala arkadaş sayılır mıyız acaba?' diye geçirdim içimden. Ölü biriyle hala arkadaş olunabilir miydi?
O zamanlar ne kadar iyi anlaştığımız geldi aklıma. Nasıl bu kadar değiştiğimizi ve uzaklaştığımızı ne kadar düşünürsem düşüneyim mantıklı bir sonuca varamamak beni deli ediyordu. Bir anda çekip gitmişti, hiç ses seda vermeden bitirmişti tüm arkadaşlığımızı. Sonra... sonra yine aynı şeyi yaptı ses seda vermeden kapadı gözlerini. Ne bir neden verdi bize ne de başka bir şey. N e olduysa içinde tuttu, hiçbir şey anlatmamayı seçti ya da biz dinlememeyi seçtik.
Telefonumun rahatsız edici zil sesi beni fotoğraftan ve duygularımdan çekip aldı. Sesinin açık olması beni şaşırttı, normalde asla titreşim dışında bir modda kullanmazdım. Fotoğraf elimde ayağa kalkarak boğazımı temizleyip telefonuma doğru ilerledim. Arayan kişinin Mete olduğunu gördüğümde konunun ne olduğunu tahmin etmek çokta zor değildi: Lara. Elimdeki fotoğrafı komidine bırakıp boşalan elime telefonumu aldım. "Eveeeet, tahmin edeyim kavga ettiniz ve üç gündür sürdürdüğünüz ateşkes son bulup Lara çekip gitti. Hatta belki de işleri abartıp suratına bir şeyler fırlattı?" dedim telefonu açıp ona konuşma fırsatı vermeden. Önce bir süre ses gelmedi ve aklıma pek hoş olmayan bir karamsarlık düşürdü. Söyleyecekleri ile rahatlayacağımı düşünmüştüm fakat her sarfettiği kelime kalbimin daha da hızlı atmasına sebebiyet verdi.
"Asya... Ben şu an bir partideyim, Can'ın evinde ve Ada burada. Sanırım gördüğü bir şeyler varmış. Melisa'nın o şeyi ilk yaptığı partiyle ilgili." Sözlerini bitirmeden oturduğum yerden fırladım. Sözlerine tek kelime yanıt vermeyerek telefonu bir heyecanla kapadım. gözüm az önce komidine koyduğum resme gitti ardındansa saate. Saat çktan gece yarısını geçmişti ve bu saatte ablamı atlatıp bir partiye sıvışmamın imkanı yoktu. Ama içimde yıllardır beni kemiren bu merak ile oturmakta pek mümkün değildi. Az önce komidine koyduğum resim ile telefonumu arka cebime koyduktan sonra dolaptan ceketimi aldım. Eski bir arkadaştan ve klasik dizilerden öğrendiğim sahte uyuyan ben temalı yastık çalışması ile yatağımı düzenledikten sonra ufak ve oldukça sessiz hareketlerle odamdan ayrılıp dış kapıya ilerlerken mecburen önünden geçtiğim oturma odasının aralık kapısından ablamın tüm dikattini televizyonda yıllardır bir şekilde yayından kalkmamış dandik bir polisiye dizisine vermişti. Bu işime geldi çünkü ne kadar sessiz olmaya çalışsamda dış kapıyı kapatırken çıkan ses benim kontrolüm altında değildi ve o bu sayede sesi fark etmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖR
Teen FictionGörme Engelliliği, görme duyusunu kaybetmekten anlamına gelir. Körlük ise olan biteni, gerçekleri görme, sezme ve kavrama yetisi kaybetmektir. Görme Engelliliği bir hastalık iken körlük görmemeyi seçmektir. Ve biz kör olmayı seçtik. ...