ŞANLIURFA

23 13 2
                                    

                                "Peygamberlerşehrinden çekilir sular bir an, günahlar etrafını sardığında."

Beş dakika sonra çakıl taşlı ve irili ufaklı çukurlarla dolu toprak yoldan, şehir merkezine uzanan asfalt yola geçiş yapmışlardı. Aracın sallantıları son bulmuş ve şehri süzerken düşüncelere dalan profesörün midesi rahatlamıştı. 'Nihayet'. Kendisini arka koltuğa gömülmüş gibi hissediyordu.

Gabriel, iç dünyasında her zorluğa göğüs gerebileceğini düşünse de kırk beşlere dayanan yaşı ile birlikte fiziksel özelliklerinin kısıtlandığını hissedebiliyordu. Vücudunu dinç tutmak için her gün sabah sporu yapmayı kendisine ilke edinmişti. Bedeni, çabalarıyla paralel olarak yaşının getirdiği yıpranışlara direniyordu direnmesine ama özellikle son zamanlarda başlayan ufak çaplı unutkanlık olaylarını bir türlü engelleyemiyordu. Zihninin taze kalması için çözdüğü bilmeceler ve okuduğu kitapların da etkisinin azaldığını düşünüyordu profesör. Belki de ona verilen bir lütuf olacaktı, sıkça yaşamaya başladığı unutkanlıkları. Herkes gibi onun da içinde derin yaralar vardı çünkü. Ve bu ülkede kalıcı olarak yaşamaya başlamasında bu yaraların da etkisi büyüktü. Kısa bir süre için baktığını ama aslında görmediğini fark etti. Hep bu kötü düşünceler... Şehir merkezine doru ilerlerken aklını toplamaya çalıştı.

Yolun sağında ve solunda, durgun bir deniz gibi uzanan arazilerde göz gezdirdi. Uçsuz, bucaksızdı sanki. Ne bir dağ, ne de bir tepe vardı. Şehir ülkenin, Güney Doğu Anadolu bölgesindeki büyük bir ovaya inşa edilmiş gibiydi. Verimli bir ova...-Tarih açısından da- Arazilerde tahıl ürünlerinin yanı sıra pamuk, patlıcan, biber ve fıstık gibi ürünler de yetişiyordu. Tabii verimli arazilerden bahsedildiği zaman televizyon haberlerinde gördüğü, sonu ölümle biten arsa kavgaları geliyordu aklına Gabriel' in. Burada aileler kalabalıktı ve yakılan en küçük ateşin, bir anda kalabalık kitleleri karşı karşıya getirme ihtimali bulunuyordu. Bu daha da çok kavga, insanların daha çok yıpranması demekti. Küçük sebepler üzerine dizayn edilerek kurulmuş bazı kötü sistemler tarafından bir şekilde yıpratılan insanların sergiledikleri misafirperverlikleri ve sıcakkanlılıklarına da oldukça şaşırmıştı. Almanya' daki akrabalarından görmediği saygıyı ve sevgiyi de belki burada görmüştü. Tabii bunda en büyük pay Renan' ındı. Neredeyse her gittiği ortama onu da davet ediyordu.

Şehirde yeni yeni boy göstermekte olan binalara bakarken hafızası onunla tanıştığı ilk günlere gitti. Üniversitedeki öğrencileriyle olan ilişkilerinde peygamber sabrı gösteriyorken, derslerde veya toplantılardaki dakik davranma çabası onda sürekli bir telaş hali oluşturuyordu. Özellikle de stresliyken sergilediği davranışlar, bazen daha da telaşlanmasına ve şirin görünen gaflar yapmasına da neden oluyordu. Bir sürelik utanç duygusundan sonra yanaklı yüz yapısının verdiği çocuksu bir gülüşle diğerlerine katılır ve uyumlu karakterini bir şekilde gösterirdi. Okuldaki bütün hocalarla iyi anlaşıyordu. Bir kişi hariç.

Profesörle olan ilişkileri iyi anlaşma aşamasının da üzerine geçmişti. İlk etapta onun işine bağlı karakteri; tecrübesi ve engin bilgileriyle donanımlı hocasına yanaşmasına neden olsa da Gabriel' in, yaşına rağmen sergilediği gençlik ruhunu, öğretilerindeki yumuşak, doğal dille birleştirmesinin de etkisiyle bir çeşit arkadaşlığa kapı aralanmıştı. Ve bu arkadaşlık sonucunda profesör Gabriel, yeni yeni geliştirdiği Türkçe' sini daha iyi pekiştirmiş, arkadaşlıklar edinmiş ve başka bir ailenin üyesi olmuştu. Renan' ın ailesi...

'Bir toplumun kültürünü öğrenmek istiyorsan o toplumda bir aile edineceksin' derdi Gabriel' in üniversitedeki Topluluk Bilimi hocası. Haklıydı da... Onlarla tanıştıktan sonra şehirde konuşulan bir başka dil olan Kürtçe' ye de aşina olmuştu. Bahçeli, müstakil bir evin avlusunda Renan' ın diğer beş kardeşinin de katılımıyla kalabalık bir muhabbet ortamı oluşur ve bazen, anlayamadığı bu dili konuşmaya başlarlardı. Renan bu durumu şöyle özetlerdi.

-"Annem ve babam Türkçe' yi belirli bir yaştan sonra öğrendikleri için, bazı kelimeleri kullanmakta zorlandıklarından dolayı, birbirimizi daha iyi ifade edebilmek adına bazen sizin yanınızda Kürtçe konuşmaya başlıyoruz. Sizin hakkınızda konuştuğumuzu düşünmeyin."

Öyle bir durum söz konusu olmazdı. Renan' ın içindeki sonsuz iyi niyeti belki üniversitedeki herkesten çok iyi bilirdi. Sonuçta her lisanın bir tınısı, bir ahengi vardı ve Gabriel, ona ve ailesine bu konuda saygı gösteriyordu.

Renan ve ailesinden gördüğü ilgi ve alâka giderek arttıkça onları ailesinden bir parça olarak görmeye başlamış ve aralarındaki arkadaşlığa rağmen Renan' a da ikinci kızıymış gibi değer vermeye başlamıştı. Ve onunla tanıştıktan bir yıl sonra aralarına katılan başka bir isim de kısa sürede oğlu konumuna gelmişti. Eğer gerçekten onlar gibi çocukları olsaydı eğer, birisini ağır başlı, dikkatli, titiz ve ciddi, diğerini ise afacan, yerinde duramayan, hareketli bir çocuk diyerek anlatırdı. Birbirine her yönüyle zıt ama birbirlerini de her anlamda tamamlayıcı...

Şanlıurfa şehri ikisiyle birlikte ayrı bir güzeldi. Fırına atılmış patlıcan, biberli kahvaltılarıyla ayrı güzel, kebapları, çiğ köftesi ve yemeklere katılan baharatlarıyla ayrı bir güzeldi. Tabii Pamir , şaka yapmak isterken dünyanın en acı biberini burada bulup, ona yedirmeseydi, biberini ve şehrin ismi duyulunca akla ilk gelenlerden olan ve bu acı biberlerden yapılan isot isimli baharatını daha çok sevebilirdi profesör. O gün, o biberi yiyeceğine Alman polisinden biber gazı yese bu kadar etkilenmeyeceğini düşünmüştü. Yine de isot gibi çeşitli soslarla zenginleştirilmiş yiyecekleri iştahla yemeyi bilirdi. Bu ülkenin insanları gerçekten ağzının tadını biliyordu. Belki de bunun sebebi farklı kültürden bir çok insanın bir arada yaşamasından kaynaklıydı ve bu insanlar arasında gerçek bir uyum vardı.

Müzeye ulaşmalarına yaklaşık iki dakika kadar kaldığını tahmin ediyordu Gabriel. Ön koltuklarda, buldukları harita hakkında çeşitli senaryolar üreten arkadaşlarına baktı. Ansızın gülüp, ansızın birisi diğerine parlayabiliyordu. -Parlayan genelde Renan oluyordu- Aralarındaki ilişki onu gerçek anlamda mest ederdi. Ankara şehrinde doğup, orada büyüyen Pamir, Türk olduğunu ifade ederken, bu şehirde doğmuş ve bölgenin kültürüyle büyümüş Renan, Kürt olduğunu söylerdi. Ama birbirlerine karşı hissettikleri sevgi aynıydı ve sevginin etnik kökeninin olmadığına inanırdı.

Pamir' in –"Sizce de ben haklı değil miyim hocam?" dediğini duyduğunda düşüncelerinden sıyrılarak etrafına bakındı. Yine bir söz düellosuna tutuşmuşlardı belli ki. Ama onları dinlememişti. Babacan bir sesle –"İkiniz de haklısınız bence çocuklar." Diyerek soruyu savuştururken müzenin barikatlı kapısından, otopark alanına doğru giriş yapmakta olduklarını gördü. O an gözünün önüne kamyonetin arkasındaki iskelet ve kızıl levha geldi. Bu defa zihninde senaryolar üreten kendisiydi. Gerçeğin artık daha yakın olduğunu düşündü. Yerinde doğrulurken heyecanını bastırmaya çalıştı. Dağılmış griye çalan beyaz saçlarını düzeltti. Üstüne başına çeki düzen vermek istedi. Ama nafileydi. İçindeki kıpırtıyı atamıyordu.. Muhtemelen içeriye girdiklerinde Türkçe' si yine peltekleşecekti. 

MİLATTAN ÖNCE (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin