"Pek çok şeyin bambaşka olmasını isterdim diyor Franz Kafka. Bugün böyle bir duygu ile başladım güne. Bazen oturursun böyle koltuğun köşesine yaşadığın yer ile yaşamak istediğin yerleri kıyas eder durursun. Bazı şeylerin daha başka olması gerektiğini düşünürsün. Bu böyle olmamalıydı dersin. Hayatın ile hayallerin arasında uçurumlar olduğunu kabul edersin bir yerden sonra. Teslim olursun. Tek bir adım atabilsen belki de her şey değişecek ama tüm cesaretin kırılmıştır artık. Bunları yaşayanlar anlar beni. Çok isteyipte tek adım atamamak, uçmak isteyipte bir kanat bile çırpamamak... Ne büyük bir çaresizlik, ne büyük bir vazgeçiş. En çok olmayan çocukluğumu özlüyorum. Geride bıraktığım bir hatıram olmadı. Ne misketim oldu, ne topacım. Çocuksu tavırların nasıl bir duygu olduğunu bile bilemedim hiç. Yaşanması gereken bir çocukluğum vardı ama hayat bunu bana hiç yaşatmadı. Anne kucağında masal dinleyerek uyuyan çocuklar, kalbi sevgi ile dolu çocuğunu emziren anneler... Yani bir çok hevesim kursağımda kaldı. Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük hayallerim olmadı hiç. Ardından bakakaldım bir çok şeyin. Ne yaklaşabildim ona, ne de uzaklaşabildim."
Bahar'ın bilmediği çok şey vardı. Cihan bir paylaşabilse, her şey ne de güzel olacaktı. Bu ruhsuzluğunun, aylaklığının ardında nasıl bir hayatının olduğunu, nelerden kaçıp buralara geldiğini bir anlatabilse...
Oturduğu yerden doğrulup mutfağa girip çayını tazeledi. Öğrenciler gelmek üzereydi. Güne hiçte güzel başlamadığını düşündü. Bir kaç dakika sonra kapı zili çaldı. Somurtkan yüzünü düzeltip, gülümseyerek kapıyı açtı. İlk gelen öğrencisi Şifaydı. Yüzünde tatlı bir gülümseme ile günaydın hocam diyerek içeriye girdi. Direkt kendi şövalesine giderek çantasındaki malzemelerini tek tek tuvalin önüne dizdi. Şifa orta boylarda, kızıl saçlı, her zaman sırıtan biriydi. Cihan yıllardır onu tanımasına rağmen, bir gün olsun somurttuğu anı hatırlamıyordu. "Bakıyorum da yine her zamanki gibi gülüşün eksik olmuyor yüzünden."
"Çünkü hayat üzülüp, dertlenmek için çok kısa hocam. Bize emanet edilen bu bedeni, bir gün teslim ederken, yüzümde her zaman bu gülümseme olsun istiyorum. Hem sizden öğreniyoruz bunları.Cihan kendisinden yaşça küçük bir kız çocuğundan bunları duyduğu için hem şaşkın, hem de memnun görünüyordu. "Çay sıcak, doldur da iç sonra başlarsın resmine."
Biraz sonra ardı ardına Nebi, Şeyma, Demet, Melih, Ahmet, Serpil ve Şerif de geldikten sonra ders başladı. Öğrenciler dünden yarım kalan resimlerini bitirmek için uğraş verirken, Cihan'da eksikleri konusunda onlara yardımcı oluyordu. Bu yılki resim yarışmasına hazırlanıyorlardı. Kendisinin bir beklentisi yoktu hiç bir şeyden ama o çocukların hayallerini gerçekleştirmek için çırpınıp duruyordu. Bazı öğrencilerinin resimden farklı olarak başka başarılı olduğu alanlar da vardı. Nebi mesela çok güzel enstrüman çalıp, çok güzel şarkı söyleyebiliyordu. Keza Şerif çok güzel top oynuyordu. Resmi bırakırsan bir gün iyi bir futbolcu olabilirsin derdi her zaman kendisine. Diğerleri de yine aynı şekilde çok yetenekli çocuklardı. Güle eğlene çalışmalarını yapmaya başladılar.
Bir kaç saat sonra hava yavaş yavaş kararıyordu. Öğrenciler tek tek çıktıktan sonra, Cihan biraz daha oturdu. Çay soğumuştu. Demi döktükten sonra çaydanlığı yerine bıraktı. Yine tıkış tıkış binmek zorunda olacağı tramvay yolculuğunu düşündü. Ağız dolusu bir küfür savurdu. Bütün ışıkları söndürdükten sonra tam kapıya doğru yönelecekken zil çaldı. Kim olabilir ki düşüncesi ile ışığı tekrar açıktan sonra kapıya doğru gitti. Kapı açıldığında uzun zamandır görmediği Serhat, bir elinde havada tuttuğu şarap ile bütün dişleri görünecek şekilde sırıtıyordu.
"Laaan, sen?"
"Ben ya, özlemedin mi kardeşini hayırsız ruhsuz?"
Cihan elindeki ceketini koltuğun üzerine atıp Serhat'a sarıldı. İçeriye girdiler. Serhat elindeki şarap şişesini masanın üstüne bıraktıktan sonra etrafa göz gezdirdi.
"Hiç değişmemiş lan buralar. Nasıl bıraktıysam öyle. Kaktüsün bile yeri degişmemiş. Vay be sahi kaç yıl oldu be."
"Bilirsin değişiklik yapmayı sevmem."
"Bilmez miyim, bilmez miyim. Hadi getir bardakları da gecemizi güzelleştirelim. Anlatacağım ne çok hikaye var tahmin bile edemezsin. Almanyalar falan bize göre değilmiş kardeşim. Memleketimin gözünü seveyim."
"Defalarca söyledim sana evlenme o mendebur karıyla diye. Para diye diye gittin kendinden 40 yaş büyük biriyle evlendin. Gördün işte dünyanın kaç bucak olduğunu."
"Hatırlatma bana onu hiç. Hadi git getir şu bardakları."
Cihan mutfağa doğru giderken ardından yüksek bir sesle; "dolapta çerezler varsa onları da getir," dedi.
Birbirlerini yıllardır görmeyen iki arkadaş bir yandan şaraplarını içerken, bir yandan da sohbet edip durdular. Yarının pazar olması Cihan'ın içini rahatlatıyordu. Öğrenciler atölyeye gelmeyecek, tatil yapacaklardı. Bu sayede sabaha kadar otursalar bile bir problem olmayacaktı. Saatler ilerledikçe hikayeler, anılar havada uçuşuyordu. Bazen gülüyor, bazen hüzünleniyorlardı. Serhat, Cihan'ın yaşadığı her şeyi bilen tek kişiydi. Tatilde tanıştığı, kendisinden yaşça büyük bir kadın ile evlenip Almanya'ya gitmişti. Belki bir gün ölür de bütün mirası kendisine kalır düşüncesi ile ama işler planladığı gibi gitmemişti. Her şeyi bırakıp tekrardan Türkiye'ye dönmüştü. Şu an yine eski günlerdeki gibi yan yanaydılar.
Biraz sonra atölyenin camına vuran damlalar ortamı daha da güzelleştirmişti. Şarap, yağmur ve iyi bir dost. Kolay kolay araya gelmeyecek bu üçlü bu gece aynı noktada buluşmuşlardı. Cihan şarabından bir yudum aldıktan sonra; "hatırlıyor musun her yağmur yağdığında okuduğun bir şiir vardı, okusana onu Sabahattin Ali'nin şiiriydi sanırım."
"Evet hatırladım ama çoğunu unuttum ki ben onun. Köpeği bağlasan durmayacak bir ülkede yıllarımızı heba ettik. Şiir mi kalır insanın aklında? Hatırladığım kısmını okuyayım senin için.
Önce kalbim ufak bir kıvılcımla tutuştu,
Bir yığın saman gibi şöyle parladım gitti.
Fakat şimdi saçlarım beyaz, yüzüm buruştu;
Daha yirmi yaşında ihtiyarladım gitti.Neticesiz bir aşka verdim gençliğimi,
Ne ufak bir temayül, ne bir iltifat gördüm.
Önünde yalvararak söylerken sevdiğimi,
Gözlerinde yüzüme inen bir tokat gördüm.Ortamın bir kaç dakikalık sessizliğini Cihan bozdu.
"Çok bir şey değişmedi senden sonra. Murat'ın belki evlenince değişir diye düşündüğü karısı Nebahat değişmedi, her gece köpeğini çise diye bahçeye çıkarıp, hiç bir sonuç alamayıp ayaklarını kıçına vura vura evine giren Münevver teyze değişmedi, bezelyeyi toz haline getirip millete fıstıklı baklava diye satan Osman usta değişmedi, siyasi liderler değişmedi, kendi memleketimde memur olup, sırtımı da devlete yasladım mı tamamdır diyen, gençliklerini üniversite köşelerinde ders çalışarak çürüten öğrencilerin çilesi değişmedi (ki yüzde doksanı memur da olamadı.)
"Peki sen? Sen değiştin mi?"
Cihan masada duran gözlerini Serhat'a çevirdi, bir iki saniye ona baktıktan sonra tekrar masaya döndü. "Hele ben hiç değişmedim. Senin de dediğin gibi hâlâ aylak, hâlâ ruhsuzum."
"Biliyorum sadece Bahar'ın iyiliğini düşündüğün için onunla olmak istemediğini ama şunu unutma kardeşim; seni her defasında çok sevdiğini söyleyen, güne seninle başlayıp, gece seni düşünen, her hayaline ortak olmak isteyen, onca işinin gücünün arasında seni ihmal etmeyip özel olduğunu hissittiren, merak eden, haber alamayınca senin için telaşlanan, seni hayatındaki tüm insanlardan ayrı tutan, sesini duymak için gecenin bir köründe arayan biri varsa onu sakın incitme, kaybetme. Çünkü böyle seven kalmadı."
"Ben onun saçına ak, gönlüne yük, kalbine yara, gözüne yaş, diline ah, baharına kış olmak istemiyorum. Tek gayem budur."