Yalnızlıktan bahsetmiştik bir kaç bölüm önce. Neydi bu yalnızlık denen illet? Kim icat etmiştir ya da kimler? Kaç çeşittir bu yalnızlık denen şey? Kaç dil bilir? Kaç gönüle yer edinir? kim bilir belki de insanın kendini başka insanlardan soyutlamak için uydurduğu bir terimdir. Herkesin yalnızlığı aynı değildir. Kimi aşık olduğu veya sevdiği kişi yanında değilse yalnız olduğunu düşünür. Kimi anne ve babasını kaybettiği için yalnız olduğunu düşünür. Kimi kalabalık içinde kendine yer bulamadığı için yalnız olduğunu düşünür. Kimi anlattığı şeyi anlayacak birini bulamadığı için yalnız olduğunu düşünür ve bu liste uzayıp gider. Peki derdini kendine bile anlatamayanlar? Durup aynaya bakamayan, yürüyecek bir yolu bile olmayanlar? En büyük kimsesi kimsesizliği olanlar? Onlara hangi sıfatı giydirmek gerekiyor? Yalnız mı, yitik mi?ÜÇÜNCÜ KISIM
Cihan, Serhat'ın günlerce süren ısrarlarına dayanamayıp onunla birlikte dışarıya çıkmayı kabul etmişti. Erkek erkeğe kafayı çekeceklerdi. Kendisine kalsa işten çıkar çıkmaz eve gidecekti fakat yakasını bırakmayan bir dostu vardı. Bir yandan tuvale fırça darbelerini vururken diğer yandan söyleniyordu; "ulan illa sosyalleşmek zorunda mıyım ben? Sevmiyorum arkadaş insan içine çıkmayı. Evimde oturmak istiyorum, mutsuzluğumu elli milyon insanla paylaşmak istemiyorum. "
Atölyenin kapısını açıp dışarıya adımını atmak üzereydi ki yerde beyaz bir zarf gördü. Bunu getiren kişinin neden zili çalmak yerine kapının altından attığını düşündü. Zarfı eline aldı. Cihan Aksoy'a yazıyordu üzerinde. Meraklı bir şekilde açtı. "Hafta sonu gerçekleşecek olan resim sergimizde sizi ve eserlerinizi görmekten büyük mutluluk duyacağımızı bilmenizi isteriz." İmza Beyoğlu Belediyesi.
"Ulan Serhat bu da senin başının altından çıkmadıysa eğer...Neyse."
Elindeki zarfı umursamaz bir şekilde masanın üzerine atıp, kapıyı kapattı. Geç kalmamak için erkenden çıktı. Hava henüz kararmamıştı. Her zaman ki kullandığı yoldan sahile doğru indi. Biraz bekledikten sonra Kadıköy vapuru iskeleye yanaştı. Görevliler vapurun boşalmasıyla birlikte kapıları açtılar. Cihan orta sıralarda ilerliyordu. Bir kaç metrelik vapur yolunu itişe kakışa da olsa bitirdikten sonra denizi boydan boya gören pencerenin önünde oturdu. Gün batımının o sessiz ve huzur veren kızıllığını izlemeye başladı. Yolculuk devam ederken hava yavaş yavaş kararıyordu. Martılar bugünkü mesailerini bitirip, inzivaya çekilmeye başladılar. Cihan oturduğu yerden doğrulup vapurun arkasına doğru ilerledi. Cebindeki sigara paketinden bir dal çıkarıp yaktı. Hava soğuktu ama çok fazla üşütmüyordu. Dudakları arasında tuttuğu sigarasından bir nefes çektikten sonra etrafa göz gezdirdi. Sağ tarafında Kız kulesi, solunda Galata kulesi, karşıda Sultanahmet ve Ayasofya, birazdan belirecek olan boğaz köprüsü, sonra bir deniz feneri... İstanbul her şeye rağmen güzeldi. Sigarası bittikten sonra tekrar eski yerine döndü. Bir kaç dakika sonra vapur Kadıköy iskelesine yanaştı. Yolcular üçer beşer indiler. Daha önce sözleştikleri yere doğru yürümeye başladı. Meyhane sahile uzak değildi. Serhat çoktan gelmişti. Cihan'ın kapıda belirdiğini görünce el işareti yaptı. İçerisi tıka basa dolmuştu. Loş bir ortamdı. İnsanlar bir yandan balıklarını tüketirken, bir yandan elindeki kadehleri havaya kaldırıyorlardı. Biraz ileride duran radyoda elbet bir gün buluşacağız şarkısı çalıyordu.
Cihan masaya oturduktan sonra önden mezeler, ardından balık ve rakı geldi. Uzun zamandır bu zevkten mahrumdu. Bir yandan yiyip içerken, bir yandan da sohbet ediyorlardı. Tam sohbetin en koyu yerine gelmişlerdi ki, arka masalarda oturanlardan biri sandalyenin üzerine çıkıp elinde tuttuğu şişeyi havaya kaldırarak bağırmaya başladı. Biraz ayık, biraz da sarhoş bir ses tonuyla;
"hanımlar beyler lütfen iki dakikanızı bana ayırın çok önemli bir şey anlatacağım."
Birden içeriye derin bir sessizlik çöktü. Herkes pür dikkat bu sarhoşun ne diyeceğine kulak kesildi. İnsanlar susunca müzik daha bir yüksek sesli gelmeye başladı. Meyhaneci de meraklı bir adam olmalı ki radyonun düğmesini çevirerek sesi kıstı. Sarhoş sandalyenin üzerinde sallana sallana sözüne devam etti;
"Bir gün adamın biri oğlunu meyhaneye götürmüş ve oğluna demiş ki bak oğlum eğer içki içersen şu yan masadaki iki kişiyi dört kişi görürsün demiş. Çocuk da babasına demiş ki;- "Baba o masada tek kişi var."
Sarhoşun bu fıkrası meyhaneciyi hayal kırıklığına uğratmış olmalı ki öfkeli bir ses tonuyla;
"Otur be yerine sarhoş herif ben de önemli bir şey söyleyeceksin sandım" dedi. İçeridekiler kahkaya atmaya başladı. Sarhoş adam amacına ulaşmış bir yarışmacı edasıyla yerine oturdu. Yüzünde sarhoşluk ifadesinin yanı sıra biraz da gururlanma ifadesi belirmişti.
"Hay hay meyhaneci, hay hay" dedi kısık bir ses tonuyla.
Cihan da yüzünde oluşan tebessümle tekrardan Serhat'a dönüp sohbete kaldığı yerden devam etti."Bu akşam atölyeden çıkarken bir zarf gördüm. Beyoğlu Belediyesinden gelmiş. Sergi falan bir şeyler yazıyordu ama çok da anlamadım bıraktım masanın üzerine. Senin bu konu hakkında söylemek istediğin bir şey vardır diye düşünüyorum."
"Evet biliyorum belediye başkan yardımcısı arkadaşım olur. Beni arayıp böyle bir serginin olduğundan bahsetti. Ben de artık yaptığın resimlerin bir işe yarama zamanının geldiğini düşündüğüm için seni de yazdırdım. Hafta sonu oraya bir sanatçı kimliğiyle gideceksin ve insanların senin eserlerini incelerken nasıl kendinden geçtiklerini kendi gözlerinle göreceksin."
"İyi de ben böyle bir şey istemiyorum ki. Benim için en büyük mutluluk yalnız olmak. Bir yanım aylak, öbür yanım ruhsuz, üçümüz takılıp gidiyoruz bozma bizim havamızı."
"İtiraz etme, ayrıca senin adına insanlara söz verdim. Kendini düşünmüyorsan dostunu düşün. Mahcup mu olayım onlara karşı?"
Cihan baktı ki başka bir çıkış yolu yok, istemeyerek de olsa arkadaşı için kabul etti. Bir kaç saat daha oturduktan sonra hesabı ödeyip evlerine döndüler.