Birden elime aldığım kalem kutusunu fırlattım. Bu kızı nasıl hayatıma alırdım ? Bunun düşüncesi bile yanlıştı. Bir anlık yardım demek birini hayatıma almak demek değildi. Karanlığıma bu kızı dahil edemem diye düşünüyordum. Bana ne olmuştu böyle daha bir saat öncesine kadar kızın birinin haddini bildiriyorum. Aradan çok geçmeden kızın birini evime getiriyordum. Bunları düşünerek bir sonuca ulaşamayacağımı karar verdiğimde kalkıp mutfağa gittim. Acıkmıştım ne yiyecektim? En mantıklısının dışarıdan söylemek olduğunda karar verdim ve tabletten pizza yapan yerlerin numaralarına bakmaya başladım. Numaralardan birini tuşlarken kıza da sipariş vermeli miydim,nasıl yemeyi severdi, orta boy ona yeterli olur muydu? Böyle sorular geldi aklıma ama sonra kendime söylediğim şekilde
kıza da söyledim. Pizzanın gelmesini en mantıklı kitap okuyarak beklerim düşüncesiyle kitaplığa girdim ve dün akşam kaldığım kitabın elli üçüncü sayfasından okumaya başladım .Kitaba tam konsantre olduğum sırada kapı ısrarcı bir şekilde çalmaya başladı. Pizzacının geleceğini bildiğim için yavaştan yürürken kızın uyuduğu aklıma gelince koşar adım kapıya gittim. Kapıyı açtığımda benim yaşlarımdan biraz daha büyük biri pizzalar getirmişti. Parasını öderken ismimi sordu. Düşünüyor muydu ismimi söyleyeceğimi. Salak mıydı neydi? Ama yani dış görünüşü pek salak gibi göstermiyordu da. Kapıyı yüzüne kapattım. Böylelerine böyle gerekiyordu. Paketin birini açtığımda ne kadar acıktığımı anladım. Yemeye başladığımda birden duyduğum sesle ağzımın içinde zehir varmış gibi hissettim. Ağzımdakileri daha yutmadan ayağa kalkarak kızın uyuduğu odaya doğru koştum. Odaya girdiğimde gördüğüm manzara şaşmama neden oldu. Resmen rüyasında ağlıyordu. Rüyasında onu böyle ağlatan neydi? Rüyasında ağlaması için onu derinden etkileyen bir şey olması gerek diye düşünüyordum. Bunun böyle olmayacağını düşündüğüm için kızı uyandırmaya karar verdim. İsmi neydi? Sedef, Sırma,Sena...
Daha iki üç saat önce öğrenmiştim ismini ama şu an hatırlamıyorumdum. En mantıklısı biraz sarsmak olduğunu düşündüm ve "Uyan, uyan, uyan..." diye seslenerek hafifçe sarstım.Kırılcağından korkar gibi sarsıyordum. Yavaş, narin, hassas... Bunlar bana çok uzaktı. Ama bu kız karşısında bu şeyler benle özdeşleşmiş gibi davranıyordum . Kız gözlerini araladığında sudan çıkmış balık gibi gözlerle yüzüme bakıyordu. Kız konuşmaya başlamadan ben direk "Uyurken ağlıyordun ve ben de seni uyandırmanın mantıklı olduğunu düşündüm." dedim. Kız anlamış gibi başını salladı. Konuşmaya hali yok gibiydi çünkü bunu gözlerinin kızardığından ve dudaklarının kupkuru olmasından suratına bakanlar anlayabilirdi. Doğal olarak bende anladım. Kızın konuşmayacağını tahmin ettiğim için "İhtiyacın olursa seslenmen..." diyordum ama kız sözümü kesti. "Beni neden evine getirdin? Bana neden yardım ettin? Başta bırakıp gidecekken neden geri döndün? Annen, baban yok mu? Beni eve getirdiğine kızmadılar mi? " gibi bir çok şey saçmaladı. Ama ben sadece her zamanki boş kahkahalarımdan birini atınca kız "Komik bir şey söylemedim." dedi. "Zaten komik bir şey söylemedin. Ben bana hiçbir zaman kızacak anne ve babaya sahip olamayacağım için güldüm. Ayrıca seni evime getirmek aklıma bir an geldi. Yani seni orada öylece bırakabilirim. Bir de seni..." derken birden sustum. Ben ne yapıyordum böyle? Resmen hesap veriyordum.Annemden sonra kimseyi takmayan ben şu an oturmuş kızın birine bir şeyler anlatıyordum. Bunları düşününce hareketlerimi kontrol altına almam gerektiğini düşündüğüm için odayı terk ettim. Dışarıya çıkmaya karar verdim ve evden sanki beni kapı dışarı ediyorlarmış gibi anahtarımı alıp çıktım. Ne yapacağım? Soruları aklımın içinde şekilleniyor ve bir yerlere çarpıp düşerek yok oluyordu. Ne mi yapacaktım? Aslında cevabı çok basitti. O kızın bana hissettirmeye başladığı benim sözlüğümde tanımını çoktan yitirmiş olan şeyleri unutup evime dönecektim. Kısacası gün yüzüne çıkmaya çalışan ama yok olduğunu bilmeyen duygu denilen kavramı karanlığımın içindeki derinliklerine doğru yollayacaktım. Bu kızla tanıştığımdan beri buz kalıplarımın yavaş yavaş hissetmeye başladığı, ılık ılık duygu akımlarıyla erimeye başlamıştı. Eğer bu duygu akımlarıyla buz kalıplarım erirse ben de yok olurum diye düşünmeden edemiyorum. Bunun düşüncesi bile düşüncelerimde yıkıma, fırtınaya ve daha bir çok şeye yol açıyordu. En mantıklısının bu kızdan bir an önce kurtulmak olduğuna karar verdiğimde evden ne kadar uzaklaşmış olduğumun farkına vardım. Çevreme daha dikkatli baktığımda ise aklımdaki bazı şeyler birbirleri ile çelişiyordu. Ben kaç saattir yürüyordum?Ama halbuki hava yeni kararıyor. Çok mu hızlı yürümüştüm? Bu soruların gereksizliği yüzünden önüme çıkan taşı görmeyip yere düşmemek için ellerimden destek alırken yerde fark etmediğim cam kırıkları elimi kesti. Elimi önemsemeyerek hızla kalktım ve havanın yavaş yavaş karardığını fark ettim. Eve gitsem mi diye düşünmeye başlarken amacımın zaten bu kızın bana hissettirdiklerini yok etmeye, kızın sayesinde gözüme çarpan acizliğimi, güçsüzlüğümü örtmeye çalıştığım aklıma geldi. Bunu tek bir yer sayesinde yapabiliyordum:
GOD'S PEAK(Tanrının Zirvesi) . Orası birçok insanın gökyüzündeki küçük bir yıldızı gibiydi. Ama benim için gökyüzünün küçük bir yıldızından cok daha büyüğü, sadece bana ait olan bir güneşti. God's Peak benim ben olmamı, sonsuzluğa gömülmeden önceki tek tutanağımdı. Evet aynen böyleydi, sonsuzluğa gönderilebilecek her şeyin başlangıç ve bitiş noktasıydı. God's Peak her türlü pisliğin bulunduğu ve bu pisliğine rağmen hayatta kalma isteğinin, arzusunun bir arada bulunduğu başlangıç ve bitiştir.Birçok insan için God's Peak göz kamaştırıcı yapısıyla bile zirvelerin efsanesini. Ama tam gösterişçiler içindi. God's Peak 'ı benim için özel kılan tek yanı ise Karanlık Taraf' ıydı. Karanlığıma daha da katran siyah katan taraf. Benim için ise oranın zirve olmasının nedeniydi. Bir yandan bunları düşünüyor ve ilerliyordum. Kulağıma yavaştan gelmeye başlayan müzik ile beraber God' Peak'a yaklaştığımı anladım. Bu kadar müzikten dolayı çevre sakinlerinin nasıl rahatsız olmadığını da düşünmeden edemiyorum. Ben olsam kesinlikle hergün bu kulak tırmalayan müzikler yüzünden kavga çıkartırdım. Aklıma aniden bir şey geldi."Sessizlik için karanlığın her türlü bilinmezi mübahtır." Bu sözler kendimi alaya almam için yetiyor. Aşkta ve savaşta her şey mübahtır sözünü alıp kendime uyarlamıştım. Ama kendi doğama tezatlık içinde olan düşüncelerim çalıştıran başka bir şey değildi. Bir nevi hırsızlık yapıyordum. Beynim birden çığlık çığlığa bağırmaya başladı ve kendini durdurmaya ayarlanmış gibi isyan ediyordu. "DÜŞÜNME! Düşünme! Düşünme..." diye çığlık atıyordu. "Zaten başına bugün ne geldiyse bir anlık düşünmenden ve merakından geldi." diyordu. Bunları zihinsel bir süzgeçten süzünce aslında doğru olduğunu biliyordum ama kendime itiraf edemiyorum. Beynimin çığlıkları tekrar başlayarak "Düşüncesizlik çerçevesinde ki hareketlerin gayet güzeldi. Biraz sonra karşına çıkacak God's Peak 'ı görünce eski haline döneceğini düşünüyorum. Çünkü orada sana benzeyen ama bir yandan da sana hiç benzemeyen insanlarla aynı ortamda bulunacaksın ve onların seni aklını başına getireceğini tahmin ediyorum. "dediğinde bu çığlıkları beynimin değilde karanlık tarafımın attığını anladım. Aslında karanlık tarafım diye bir şey yoktu. Çünkü taraf olması için en az iki seçim şansının olması gerekiyor. Ama benim zaten beni yıllar önce seçmiş bir yanım vardı. KARANLIĞIM. Bunları düşünmenin gereksiz olduğunu düşünüyordum ama düşünmeden de edemiyorum. Ben bir nevi bağımlıydım aslında. Sebebi ise sürekli düşünmek olan bağımlılığımı bırakacağıma kendime söz veriyordum ama beş, on dakika içinde verdiğim sözün üzerine gelen balyoz darbelerine dayanmıyor ve görünmez bir toz halinde etrafa saçılıyordu.Balyoz darbelerini gene ben indiriyordum bu sözlere aslında. Çünkü zaten bu söz verme işleminin en başında bir daha düşünmeyeceğim diye düşünürken ilk darbeyi indiriyor ve daha yeni kurumaya başlamış inşaatın çimentosuna suyu boşaltıyordum. Aslında bu düşünce oyununun kuralını ilk başta ihlal ediyordum. Karanlığımın çığlıklarına kulak tıkamamın beni yavaşça yok edeceği düşüncesi ile düşünmeye her zamanki gibi düşünerek karar vermek yerine hiçbir şey yapmayarak daha önce hiç yapmadığım bir zihin oyununu resmen kendime oynuyordum. Böyle böyle derken insanları sıraya dizilmiş bir vaziyette görünce girişe az kaldığını anlıyorum . Girişe az kalmış olabilirdi ama sıranın başı gözükmüyordu. Sadece sonu gözüküyordu. Bunu sonu olmayan bir boşluğa benzetiyorum. Mesela uzayın içindeki kara deliklerden biri diyorum kendi kendime. Büyük harflerle yazılmış iki kelime zihnimde belirmeden önce küçük harflerle yazılı bir paragraf beliriyor. "God's Peak 'a yakışır bir şekilde. Tam da olması gereken gibi şaşalı. Anar(God's Peak' ın genç sahibi) piçini yansıtacak şekilde. Bu sıradaki, içerideki ve gece boyunca içeri girip çıkanların hepsinin içi boş matruşka bebeklerinden farklı olmadığını düşünüyorum.. Sonra hepsini benim için tanımlayan o büyük harfle yazılmış iki kelime zihnimde beliriyor:
GÖSTERİŞ DELİLERİ.
Sıranın başına doğru ilerlerken yavaş yavaş beni tanımayanların sesleri yükseliyordu."Sıraya geçsene! Şuna bak, biz sırada beklerken o sanki buranın sahibi gibi sıraya girme zahmetinde bile bulunmuyor... "Bunlar gibi daha birçok cümleyi duymamazlıktan geliyorum. Eğer şuan duymamazlıktan gelmeseydim bu boş kafalıların başından hiç de hoş şeyler gelmeyeceğini biliyorum. Zamanında buraya ilk defa geldiğimde böyle bir olay olmuştu ve beni karanlık tarafta ve bar bölümünde dokunulmazlık sağlamıştı. Bunları düşünerek sıranın başına geldiğimi Koray abiyi görmemle anlıyorum. "Miri nasılsın? Hayırdır! Uzun süre..." diyordu ki biran önce içeri girmek istediğim için kısa cevaplar vererek kurtulmam gerektiğini anladım. "Canım buraya gelmek istedi. İyiyim." diyerek sıkıldığımı belli etmeye çalıştım ama Koray abi sormak istediği ve almak istediği cevabı almadan beni serbest bırakmayacağını biliyordum. Benim karanlık tarafa gidip gitmeyeceğimi soracaktı. Ama bu zaten belli bir şey değildi ki ne diye sorup duruyordu canım isterse o anlık karar verirdim. Aramızdaki sessizlik çok sürmeden Koray abi konuşmaya başladı. "Karanlık tarafa inecek misin?" Aslında ben Koray abiye niye hesap veriyordum ki. O sadece annemin bir zamanlar özel korumasıydı.Babam sadece annemi Koray abiye güvenirdi.Annem ölünce Koray abi de mecburen kendine yeni iş olarak burada korumalığı seçmişti. Zihnimi okuyormuş gibi "Ben senin bir şeyin değilim biliyorum ama annenin hem eski koruması ve arkadaşı olarak seni uyarmayı kendime bir vazife olarak görüyorum. Şimdi söyle bakalım karanlık tarafa inecek misin?" diyerek beklediğim soruyu sordu. Kurtulmak için "Hayır bar bölümünde biraz takılıp gideceğim." diyerek içeri girmeyi başardım. Arkamdan "Dikkatli ol!" diye bağırdı. İçeriye adım attığım anda burasının karınca yuvası misali insan kaynadığını gördüm. Dans edenlerin arasından geçip bar bölümüne gitmek gözümde büyüdükçe büyüyordu. Ama bu boş kuklaların arasında durup dans edemeyeceğim için yürümeye devam etmeye başladım. Ben yürüdükçe beni tanıyanlar yol açıyordu. Bu sayede kolayca bar bölümünde taburelerden birine oturdum. Sanki barmen benim gelmemi bekliyormuş gibi "Tanrıça ne içersin?" diye yılışık bir edayla sordu. "Bana tanrıça deme. Hatta sen bir daha ağzını açma. Eğer açarsan olacaklara ben karışmam. Şimdi bana bira ver." diyerek açık bir şekilde uyuz barmeni uyarmıştım. Barmen uyarıyı anlamış olacak ki başımda ayrıldı. Ben de etrafa bakınmaya başladım. Dans edenlerin arasında boşluk yok denecek kadar azdı.Kızlar üzerlerine buldukları ilk tişörtü geçirmiş gibiydiler. Elbiseleri hem kısaydı hem de yüzlerinde koca bir binayı boyayacak kadar ağır bir makyaj vardı. Aslında benim şuan buradaki kızları eleştirmem pek doğru değildi ama bu seferlik eleştirmem bir sakınca yoktu.Çünkü bugün onlardan farklı giyinmiş ve beni maskeleyen koyu makyajımı yapmamıştım. Aslında onlara dış görünüş olarak genelde benzerdim. Bunları düşünürken yılışık barmen gayet ciddi bir şekilde elindeki telefonu tutarak "Anar Bey telefonda." diyerek telefonu elime tutuşturdu.Mal mıydı neydi benim istemediğim şeyi yapmayacağımı pek ala biliyordu ve elime hala telefonu tutuşturuyordu. Telefonun kapanma tuşuna bastım ve tezgaha koyup etrafımı izlemeye başladım. Ben etrafı izliyordum salak barmen de şaşırmış gözlerle beni izliyordu. İçerisi biraz daha kalabalıklaşmaya başlamıştı. Anlaşılan gecenin ilerleyen saatlerinde daha da kalabalık olacaktı. Birden başımda beliren takım elbiseli adam konuşmaya başladı. "Anar Bey sizi karanlık tarafta odasında bekliyor." dedi . İyice sinirlenmeye başladım ve "Anar Bey'iniz de sizin de... Başımı dinlemeye geliyorum ve siz bana bir rahat vermediniz." diyerek resmen kükrüyordum.Anar malı beni sinir etmek için elinden geleni yapıyordu.Ayağa kalktım ve yürümeye başladım. Karanlık tarafa inecek ve Anar'a bir daha buraya geldiğimde beni rahat bırakmasını söyleyecektim. İlerlemeye devam ediyordum ama koruma da peşimden geliyordu."Yolu biliyorum." diyerek peşimi bırakmasını belirtiyordum. Ama cevap bile vermeden beni takip etmeye devam etti. Koridora çıkınca zihnimde ezberlediğim karanlık tarafa giriş yöntemi belirmeye başladı. Genelde karanlık tarafa girişi herkes bilmezdi. Zeminde ne bir iz, ne bir işaret vardı. Ama koridorun biraz ortalarına doğru ayağını yere iki kere değdirmen yeterli oluyordu. Sonra zemin sanki kapak gibi kayarak rahatça iki insanın geçebileceği kadar bir boşluk oluşturuyordu. Bunları ezberlemiştim resmen. Ayağımı zemine iki kere değdirdim ve kenara çekilerek zeminin kaymasını seyretmeye başladım. Zemin kayarak bilindik boşluğu oluşturdu. Buraya ilk defa gelen bir insan korkardı. Ama ben buraya bir çok kez geldiğim için boşluğa doğru adım atmaya başladım. Ayağım zeminde buluşunca tekrar adım attım ve düz bir zemine inene kadar bu hareketimi tekrarladım. Yolu bildiğim için korumayı beklemeden Anar salağının odasına doğru ilerlemeye başladım. Ama yolu bilmeyen birisi için burası labirentten farksız bir mekan olur. Çünkü koridor boyunca bir sürü odadan oluşan kapılar var ve her odanın içinde birbirine açılan bir kapı daha var. Aslında bunu düşününce Anar aptalının nasıl kaydolmadığını da merak etmiyo değildim. Ayrıca odaların rengi hep aynıydı. Siyah. Bunları düşünerek Anar salağının odasının kapısını açtım.Çalma gereği duymadım. Ben odaya girerken o da diğer odanın kapısını örtüyordu. Ama altında sadece dövüşçülerin giydiği türden bir şort vardı. Bu görüntü ile Anar piçine olan sinirimin kat sayısı da arttı."Beni buraya vücudunu sergilemek için mi çağırdın? "diye kükrüyordum. Sanki ben ona değil de başkasına bağırıyormuşum gibi davranarak" Başka bir yerde, başka bir zaman neden olmasın güzelim."dedi. Çıldıracaktım ya. Bu gercekten salaktı. "Bidaha ben buraya geldiğimde beni rahatsız etmeyin. Sıkıldım sizden." dedim . Ve Anar 'a söz hakkı tanımadan odadan çıktım. Peşimden gelerek kolumu tuttu ve "Şimdi beni iyi dinle. Gerzeğin teki sağda solda bana meydan okuyormuş. Haddinin bildirilmesine karar verdim ve şuan ringte ecelini bekliyor. Karşılığında buranın diğer girişi olan bar ve onun son model arabası var."dedi.Diğer bar deyince Anar'ın kendine baya güvendiğini anladım. Çünkü diğer bar şehrin en ücret mahellelerinden birindeydi. Allah'ın unuttuğu bir yerdi orası. Ama o barın özelliği buranın diğer girişini bulundurmasıydı. Bu labirent gibi yerin iki girişi vardı ama tek çıkışı vardı. O da burasıydı. Sebebi ise eğer biri yanlışlıkla karanlık tarafa rast gelir ve inerse geri çıkmasın diyeydi. Kameralara gözüktüğü anda da zaten korumalar orda bitiyordu. Sonrası meçhul. Bunları düşünürken "Boşuna ringe çıkma dayak yiyeceksin. Ayrıca beni bunun için mi ayağına getirttin aptal!" dedim. "Aslında senden haberim yoktu ama buraya geldiğini öğrenince bu görüntüden mahrum kalma diye seni çağırdım. Şimdi sen benim yerimde oturup beni tuttuğunu belirteceksin."diyerek vücudunu gösterdi." Seni tutamayacağın ayrıca oraya gelip karşındaki oğlanı tutacağım. "dediğimde kolumu daha da sıkmaya başladı. Cebinden telefonunu çıkararak bir numarayı tuşladı ve" Kapıdaki korumalardan Koray 'ı alın ve bir odaya kilitleyin."diyerek ben piçim diye bağıran yamuk gülüşlerinden birini sergiledi. "Şimdi göstermelik bile olsa benim yerime oturup, beni tutacaksın." dedi. "Umrumda değil. Ne yaparsanız yapın." diyerek kolumu kurtardım ve yürümeye başladım. Arkamdan gelen sesle olduğum yere çivilendim....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUHSUZ
ChickLitHayattan sıkılmıştı. Sanki yapacak hiçbir şey kalmamış gibi hissediyordu. Yaşı 80'e ulaşmış, hayattan görüp görebileceği, alacağı ne varsa bitmiş bir yaşlı insan gibi hissediyordu. Amaçsızca boş ve aylak yaşamın varlığından rahatsız oluyordu. Ama ha...