Üç Kabile

48 6 6
                                    

Orman gün ışıklarıyla aydınlanmıştı, ağaç dallarından ve yapraklarından hücüm eden güneş ışıları Maria'yı çevrelemiş ve bebeyaz saçlarını parlatmıştı.

Toprak dün akşam yanan ateşin sönüş külleri şekillenmişti. Hafifçe esen soğuk rüzgar yerdeki yapraklarla birlikte külleri alıyor ve bilinmeze sürüklüyordu.

Maria yerde duran cübbesini aldı, beyaz saçları kirlenmiş, grileşmişti ve deniz suyu yüzünden keçe gibi sertleşmişti. Yüzü ateşin ucunda uyuduğu için küllerle bezenmiş, üzerindeki beyaz elbise yırtılmaya yüz tutumuş, yıpranmış ve kirlenmişti. Ayağındakı kahverengi botlar çamurla kaplanmıştı, iğren bir görüntüsü olduğunu biliyordu.

Siyah cübbesini giydi ve eliyle saçlarını düzeltmeye çalıştı lakin olmuyordu.

İsabella'nın çatasını toplamasını fırsat bilerek yere oturdu ve saçını gelişi güzel örmeye başladı. Saçları sert olduğu için ayırırken canı fazlasıyla yanıyordu ama aylardır çektiği işkencenin tanında esamesi olmazdı.

Saçını örmeyi bitirdikten sonra beyaz elbisesinin alt kısmını yırttı, kumaş fazla uzun olduğu için küçük bir kısmıyla saçını sıkıca bağladı ve geri kalanı kullanmadan önce saçını tepesinde döndürerek rastgele bir topuz yapıp, kalan kumaşı saçına sardı.

Ayağa kalktığında İsabella'nın gülümseyen siması ile karşılaştı lakin ona karşılık vermedi.

Ormanın rutubetli yollarında ilerlemeye devam ettiler. Maria attığı her adımda daha da yorulduğunu hissediyordu ve bu yüzden sıkça mola vermek zorunda kalmışlardı. Konuşamaması onu git gide sinir etmeye başlamıştı, sanki bir parçası alınmış gibi hissediyordu.

Orman'ın karanlık taraflarına doğru ilerliyorlardı ve bunu onu istemsizce geriyordu. Korkmuyordu lakin nereye gittiğini bilmemek iyi değildi ve ayrıca aklı hala Draco'daydı. Jackson onu getireceğini söylemişti lakin onun ne durumda olduğunu da bilmiyordu.

Yol git gide çamurlaşmaya başlamıştı ve kayganlık sinir bozucu derecede iğrençti. Kurbağa ve sinek sesleri kulağını doldururken, çürümekte olan bir kaç hayavan bedeni miğdesini hiç iyi etkilememişti ve tabii hala istifar etmediğine seviniyordu.

Bayırlı bir tepeye gelmişlerdi ve kayalıklardan aşaği inerken İsabella'nın yardım etmesi onu memnun etmişti. Bu sarp kayalıklardan tek başına asla inemezdi ve aşağı indiklerinide elele tutuşmak zorunda kalmışlardı çünkü sis bulutu iğrenç derecede hiçbir şeyi göstermiyordu.

Bazen İsabella'nın nasıl bu siste doğru gittiğinden emün olduğunu düşünüyordu ki durdu.

İsabella kenarda duran uzun sivri kayayı ileri oynattığı anda kayalık sesleri duymaya başladı ki tam o anda önlerindeki sis perdesi aralandı.

Koskocaman bir nehir vardı karşılarında ve tabi hemen kayalığın yanında küçük, tahta bir tekne mevcuttu.

İsabella tekneye yanaştığında Maria o tekneye binmeleri gerektiğini anlamıştı ama son deniz macerasından dolayı suyla arasının pek iyi olduğu söylenemezdi.

Tekneye bindi ve İsabella'nın da binmesini bekledi.

Tekneyi hareket ettirmek için herhangi bir kürek ya da başka bir şey yoktu ama tekne İsabella'nın binmesiyle kendi kendine hareket etmeye başlamıştı.

"Çok az kaldı, bu nehrin ardına vardığımızda güvende olacaksınız."

Bu demek oluyordu ki şuan o kadar da güvende değillerdi. Doğruydu, neticede bütün Ölüm Yiyenler onu arıyor olmalılardı ve buharlaşarak her yeri karış karış aramaları demek buranın da üstünden geçebilecekleri anlamına geliyordu ama öyleyse Üç Kabile neden güvenliydi?

Maria Riddle Dumbledore 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin