"Küçük bir tesadüf, ama büyük bir olay..."
Fransa'nın başkenti Paris'te sıcak bir Mayıs günü, akşam saatleriydi.
Genç delikanlı, sınıfından çıkarak okulun uzun ve beyaz koridorunda ağır ağır yürümeye başladı. Kaldığı küçük evin kirasını ödeyemediği için huzursuzdu.
Ne zaman kapıdan çıksa, ev sahibiyle karşılaşmak ve ona hesap verme korkusu içine girerdi. Zira, oturduğu ev okuluna yakın, ev sahibininkine pek uzaktı, ama yine de yolda yürürken, ev sahibesiyle karşılaşma tedirginliğine girerdi.
Fakir bir delikanlı idi. Babasının ölümünden sonra git gide kötüleşen durumu yüzünden bu küçük iki odalı evde, sıkıntı içinde hayatını sürdürüyordu.Huzursuz ve tedirgin bir ruh hali içinde yürümesini sürdürdü... Karşılaştığı itici görüntü ve kötü kokulardan siniri bozulmuştu. Çevresinden tiksinti duyuyordu.
Uykusuzluğun neden olduğu göz kızarıklığı ve solgun yüzle birlikte İsteksiz adımlarla yürümesine devam eden Oberto.
Bu haliyle bir ölüyü andırıyordu, herkesin dikkatini çekecek kadar pejmürde idi. Hatta okulun serserilerinden biri: "Kansız Mumya!" Diye dalga geçmiş, gülmüştü. Aslında gülünecek bir genç değildi. Esmer yüzü, üzüm tanesi gibi kara gözleri, parlak ama dağınık siyah saçları ve dikkat çekici vücudu ile yakışıklıydı. Ama sırtında fakirliğin yükünü taşıyordu...
Aslında, gitmek istediği yer pekte uzak değildi. Bunu düşünüp adımlarını hızlandıran Oberto. Okul güvenliğine yakalanmamak için okulun arkasındaki çitin kesilmiş bir kısmından dışarıya çıktı. Ve artık okulun dışındaydı.
Gitmek istediği yer ise evinin üç blok ötesindeki köprüydü. Oraya gidip manzaranın tadını çıkarmayı, birşeyler çizmeyi ve belki uyumayı bile düşünmüştü. Böyle zamanlarda en sevdiği şey bunlardı. Oberto yavaş adımlarla ilerliyordu.
Evinin önüne geldiğinde içini kaplayan boşluk hissi ve huzursuzluğu bir misli artmıştı.
Yalnız yaşadığı küçük evinin önünde bir süre hareketsiz kaldıktan sonra, gideceği yere, yani köprüye gitmekten vazgeçti ve evine doğru hızla yürüdü. İçeri girdi. Kanepeye uzandı. Ve uyudu...Günün son ışıkları Paris'in sularından yansırken, gün bitiyordu. Market çalışanları dükkanlarının kepenklerini kapatıyor. Boyacılar kurumakta olan kumaşların topluyor. Satıcılar tentelerini kaldırıp açık havadaki pazar tezgâhlarını kapatıyor. Ağır ağır eve yürüyen birkaç işçi bir şeyler atıştırmak için kanaldaki balık tezgâhlarına uğruyor, sonra yollarına devam ediyorlardı.
Bu sırada yeni uyanan Oberto, yatakta biraz debelendikten sonra uzandığı yerden ağır ağır kalkıp radyodan sevdiği müziklerden olan 'Losing My Religion'u açtı. Saatin 21.43 ü gösterdiğini görünce mutfağa gidip rahatlamış vücudu için bir bardak su içti. Daha sonra, dolaptan çıkardığı, dünden kalma makarnayı eline alarak pencere kenarındaki küçük masaya geçip üstüne battaniyeyi çekti. Bu şekilde kendini olduğundan biraz daha değerli ve huzurlu hissetmişti.
Masada duran siyah kapaklı günlüğünü özenle eline alarak temiz bir sayfa açtı ve sağ üst köşesine bugünün tarihini - 05.05.2006- yazdı. Kısa bir süreliğine durakladıktan sonra: zor geçen gününün ayrıntılarını düşündü. Ve derin bir nefes alarak yazmaya başladı:"Bugün benim için çok önemli bir gündü. Babamın ölüm yıl dönümü...
Gece gördüğüm kabuslar yüzünden uyuyamamıştım ve güneşin doğmasını beklemeden, mezarlığa, babamın yanına gittim. Gün ağarırken ise babama veda edip ordan ayrıldım. Daha sonra okula gittim.. okulda hiç arkadaşım olmadığından olsa gerek çok sıkıldım. Her dakika bir ölüm sancısı gibi şiddetli ve tarif edilmesi zor bir sıkıntıyla geçti.
Öğleden sonraki ilk teneffüs nedendir bilmiyorum ama okul kütüphanesine gittim. Nedenini bilmeden, aklımda bir şey yokken, sadece gitmek istedim. Sanki: kontrol bende değil gibiydi.. iyi ki değilmiş. Çünkü, orda birisiyle tanıştım. Adı Elaine..
Aslında bu son zamanlarda kimseyle konuşmuyordum, ama konuşmak için garip duygular hissettim... Bu garip bir şey çünkü ne hissettim bende bilmiyorum.
Zaten bence: hissedilen her şeye cümle kurulamıyor..
Kütüphanede tanıştığım Elaine: zarif, beyaz tenli, 1.65 boyların da, kahverengi ve kısa saçlı bir kızdı.
O adeta bir melek gibiydi.. gerçi hayatım boyunca hiç melek görmedim ama o.. tarife uyuyordu.Elimdeki kitapları görünce: "Aldığın kitap çok güzel kitap, daha önce okumuştum" dedi.
Aslında, birisi benimle konuştuğun da genelde duymamış gibi yaparım çünkü yeni arkadaşlıklar istemiyorum ama o an öyle yapmadım: "Okumuş muydun nasıldı?" Dedim.Yüzüme bakarak: "evet güzel ama eksikleri var" dedi. Sonra kitap hakkında bildiği bazı bilgileri bana anlattı. Gerçi dediklerinin çoğunu zaten biliyordum ama onu dinlemek.. bana huzur veriyordu.
Sonra felaket bir şey oldu.. zil çaldı...
Daha sonrasında da görüşemedik ama yine de aklımda kalmıştı.Oberto, dışarıyı seyrederek masada duran makarnayı yemeye başlamıştı. Yemeğini bitirdikten sonra tabağı yıkadı.
Biraz düşündükten sonra odadaki kahverengi koltuğu pencerenin kenarına çekip.
Manzarayı ya da en azından yıldızları seyretmeyi umarak uyumayı düşünüyordu.
Karanlık olmasına rağmen hava çok sıcaktı. Genç delikanlı, bu yüzden çoraplarını, tişörtünü, fânilasını çıkartarak koltuğa uzandı ve hayal kurmaya başladı. Yarın farklı bir şeyler yapmak istiyordu. Bunların hayalini kurarken de yavaş yavaş uykuya geçiyordu...Tam o sırada birisi, kapıya sert bir şekilde vurmaya başladı:
"Tak tak tak!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ukala
Teen Fiction"Bir gece... Gecede bir uyku... Uykunun içinde ben... Uyuyorum, Uykudayım, Yanımda sen."