"Tak tak tak!"
Kapıya doğru yönelen Oberto, tedirginlik içinde "acaba ev sahibesi mi?" diye düşünmeye başladı. Zaten buralarda başka tanıdığı da yoktu.
Ve sonunda kendisiyle, gelen kişinin ev sahibesi olduğunda kararlaştı.Oberto ev sahibine hesap vermek istemediği için evde yokmuş gibi, sessiz kalmaya çalışıyor. Derken, tanımadığı bir ses, yapmacık bir resmiyet taşıyan Fransızcasıyla onu irkiltiyor.
"Oberto Garnıer siz misiniz?"Oberto iki yabancıya dönüyor. Karşısın da uzaklardan gelmiş gibi görünen iki genç ve yorgun adam var.
Konuşan uzun boylu adamın kocaman kafası dik tutamayacağı kadar ağırmış gibi öne sarkmış. Giysileri kaliteli, ama kirli ve buruşuk. Üzerinde yırtık pırtık köylü giysileri olan diğer adam ise onun yanında dikiliyor. Uzun, keçe gibi saçları, koyu renk gözleri, belirgin bir çenesi ve büyük bir burnu var. Bedeni kaskatı görünüyor. Sadece gözleri hareket ediyor, ürkmüş kurbağa yavruları gibi sağa sola gidip geliyorlar.
Oberto dikkatle başını sallayarak onaylıyor.
"Ben Bernard," diyor uzun boylu olanı.
"Sizinle görüşmeliyiz. Sizinle konuşmalıyız."
"Evet," diye cevaplıyor Oberto. "Yani?"
"Ciddi bir mesele."
"Tamam. Peki ama beni neden arıyorsunuz?"
"Bize sizin yardım edebileceğiniz söylendi. Belki de bize yardım edebilecek tek kişi sizsiniz."
"Yardım mı?"
Tam bu sırada karşıdan gelen bir arabaya bakarak:
"Sadece haber vermek istedik. Bu son değil. Bir daha görüşeceğiz. Ama şimdi gitmemiz gerek" Dedi uzun boylu olan Bernard. Ve karşıdan gelen arabaya binip gittiler.Oberto olayın şaşkınlığıyla bir süre kapı açık bir şekilde bekledikten sonra,
Kapıyı kapatıp hızla pencereye yöneldi. Ayın parlak ışıkları geceye farklı bir güzellik ve gizem veriyordu.
Dışarı da kimsenin olmadığını gören Oberto bir süre, gelen adamların kim olduğunu ve neden geldiğini anlamaya çalıştı, ama anlam veremedi. Daha sonra, uyuduğu koltuğa geçti ve uyumaya çalıştı.Sabah güneşin ilk ışıklarıyla uyanan Oberto, kendini hiç bu kadar iyi hissetmemişti. Açık pencereden gelen ılık rüzgarlar vücudunu okşuyordu.
Uyuduğu koltuktan hiç debelenmeden çıkıp mutfağa gidiyor, kendisine kahvaltı hazırlıyor. Ve kendisi için hazırladığı kahvaltıyı, masasına koyup pencereden dışardaki manzarayı izleyerek kahvaltı yapmaya başlıyordu.
Yaşadığı ev küçük olsada ona yetiyordu. Evin biraz uzağında bir akarsu vardı. Akarsuyun karşısında ağaçlar ve biraz ilerisinde de büyük binalar...Kahvaltısını yavaş yavaş yaptıktan sonra hızlıca giyinip okula doğru yol aldı.
Okulun bahçesine geldiğinde, dün tanıştığı Eliana gözünde canlandı. Ve tekrar görme umuduyla adımlarını hızlandırıp sınıfa geçti.
İlk ders, en sevdiği ders olan, matematik olmasına rağmen ona çok uzun gelmişti. Dersin bitmesine on dakika gibi bir süre kaldığı sırada, okul nöbetçisi kapıya üç kez sert bir şekilde vurmaya başladı. İçeri giren nöbetçisi öğrenci özür dileyerek:
"Müdür bey Oberto Garnıer'ı odasına çağırıyor!" Duyurusunda bulundu.Oberto zilin çalmasını sabırsızlıkla beklerken böyle bir haber alması hevesini kırmıştı. Yüzünü düşürerek Müdür Bey'in odasının önünde uzanan koridorda duran bir banka doğru yürümeye başladı.
Banka oturan genç delikanlı, müdürün odasına neden çağrıldığından emin olmamanın verdiği huzursuzlukla kıpırdanıp duruyor. Başını dik tutuyor. Cüretkâr bir görüntüsü olsa da, açılıp kapanan yumrukları kaygısını ele veriyordu.
Hem herkese benziyor, hem de hiç kimseye. Neredeyse yetişkinlik çağına gelmiş bu gencin önünde koca bir hayat var..Genç Oberto koridorda yaklaşan ayak seslerini duyunca aynı zamanda hem danışmanı hem de tarih öğretmeni olan Sebastian'ı farkedip selamlamak üzere ayağa fırlıyor. Öğretmeni Sebastian ise müdürün kapısını açarken kaşlarını çatıp başını yavaşça iki yana sallamakla yetiniyor.
Oberto, büyük bir gayretle korkusunu ve tedirginliğini belli etmeden içeriye giriyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ukala
Teen Fiction"Bir gece... Gecede bir uyku... Uykunun içinde ben... Uyuyorum, Uykudayım, Yanımda sen."