Mads eve girip de üst kat merdivenlerine ilerlediğinde seslendim ama bakmadı. "Mads," dedim sonunda bir tepki alabilmek için. "Ne saklıyorsun?"
Merdivenlerin ortasında bana döndü. Gerçekten yorulmuş. Bulunduğumuz ortamın ışığında onu bir an abisine benzetmeden edemedim. "Savcıyla ilgili içimde bir his var. Bilmiyorum." Omuz silkti. "Ondan hoşlanmadım."
Mads'in hisleri genelde doğru çıkar. Bir an boğazım kurudu. "Neyle ilgili tam olarak?"
Hafifçe gülümsedi. "Ona ilgini inkar edemezsin ama onun geçmişini ne kadar biliyorsun? Ya da şu anını? Onu tanıdığından emin misin?"
Hayır, değilim.
Yutkundum. "Tanıyacağım." Kendim de inanmaya çalıştım.
Andy'i tanımadığımı, tam anlamıyla tanımadığımı bu kadar ani duymayı beklememiştim. Bu farkındalık mideme baskı yaptı. Nasıl buna dikkat etmediğimi anlayamadım.
Gülümsedi. "Hadi dinlen." Diye değiştirdi konuyu hızla. "Dinlenmeyi hak ettin."
Arkasını dönüp merdivenlerden çıktığında, bu düşüncesinin, O'nun kardeşi olmasıyla bağlantılı olduğunu düşünmek istedim ama Mads'in en kötü huyu, hep doğru çıkması. Bu ürkütücü. Doğru çıkmasından korkuyorum ve içten içe haklı olduğunu da biliyorum.
Yine de, günün kalanında bir şekilde oyalanabildim. Dünden kalan para çantasını giyinme odama sakladım, Mads uyurken odamda yatıp gözlerimi dinlendirdim ve kafamı dağıtmak için ifade almaya geldiklerinde neyi ne sırayla söyleyeceğimi gözden geçirdim. Mads'i yolcu ettikten sonra da hayat kalitemi ne şekilde düzeltebileceğimi düşündüm. Sadece sosyal anlamda düzeltmem gerektiği için aynı anda hem kolayıma geldi hem de zorlayıcı hissettirdi. Matt ile de telefonda yaklaşık iki saat her şeyi ayrıntılı konuştuk. En kısa zamanda geleceğini söyledi ve dikkatli olmamı tembihledi.
Akşamüstü kapı çaldığında Andy'i karşıladım. Her tarafımı hızlıca kontrol etti ve "Nasılsın? Nasıl oldun?" Diye sordu.
"İyiyim. En azından merdiven inip çıkabiliyorum."
İçeri geçerken, "Hayır, kendini zorlama." Dedi ama onu pek de ciddiye alma gereği duymadım. Neyi yapıp neyi yapamayacağımı biliyorum ama sanırım terzi kendi söküğünü dikemez mantığı yatıyor bu lafın altında. Belirtileri fark etmeyeceğimi ya da fark etsem de önemsiz göreceğimi düşünüyor olmalı.
"Neler yaptın? Gelişmeler var mı?" Dedim hala Matt ile konuşmamın etkisiyle.
Koltuklardan birine oturmadan önce ceketini çıkarttı ve vücudunu saran gömlekle kısa bir an karşımda dikildi. "Yarın sabah ifadeni almaya gelecekler. Adaline ve Karen şu an gözaltında."
Midem burkuldu. "Çocuk?"
"Devlet himayesinde." Dedi iç çekerek. Koltuğa oturdu ve ayakta dikilen bana baktı. "Ayakta durma," dedi yumuşak bir sesle.
Yavaşça koltuğa oturdum ve ona kendisiyle ilgili her şeyi anlatmasını söylememek için zor durdum. Sonuçta, bir sevgilisi olabilir. Evet, eşi ölmüş ama bu, sevgilisi olmayacağı anlamına gelmiyor. Andy'nin sır tutmada ne kadar iyi olduğu düşünülürse hiçbir şey belli etmemesi zor olmaz. Dikkatim başka yerdeyken kolayca belirtileri fark etmeyebilirim.
"Andy," iç çektim. "Bana her şeyi anlatacaktın." Dedim dün akşama ithafen. Sanırım geçmişini öğrenmeye, yakın zamandan başlayabilirim.
Dudaklarını birbirine bastırdı. "Peki. Kahve yapacağım, ister misin?" Dedi ayaklanırken.
Ada mutfağa gidişini izlerken istemediğimi belirttim. "Neden benimle çalışmayı kabul ettin Andy? Ben olsam etmezdim."
Omuzları düştü ve filtre kahve hazırlarken bana arkasını döndü. İfadelerini sakladı. "Senin tahminin ne?"