Dikişlerimin alınmasının üzerinden beş, Adaline'ın saldırısının üzerinden bir hafta geçti ve ben evde oturmaktan delirecek hale geldim. Sırf bir hafta kendi düşüncelerimle baş başa kalmak bile mental sağlığımı ciddi ölçüde köreltti. Delirmek üzereyim.
Taşındığımda bir kere gördüğüm komşularım, hastanede aramın kötü olmadığı ama samimi de olmadığım meslektaşlarım, Matt ve Mads gelip gitse de, neredeyse çıldıracağım. İşten vakit kalmaz diyerek havuzlu ev tercih etmediğime pişmanım, eğer havuzum olsaydı kafamı daldırıp nefesim bitene kadar çığlık atabilirdim.
Birinin beni sevmesinin bu kadar büyük bir yük olabileceğini fark etmemiştim. Hele ki gerçekten seviyor mu emin değilken. Bu durum kalbime o kadar baskı yapıyor ki birkaç kez kardiyolojiye gidip muayene olmayı, EKG çektirip her bir çizelgeyi büyüteçle incelemeyi düşündüm. Normalde EKG'ye baktığımda kolayca teşhis koyarım ama o kadar pimpiriklendim ki büyüteçle incelemem an meselesi. Stres ve üzüntü resmen zor bir arada tuttuğum sağlığımı dağıtmak üzere, gerçi bu zamana kadar dağılmaması da bir mucizeydi.
Daha önce de üzüntüden böyle hissettiğim olmuştu ama bu şekilde bir bilinmezlikle ilk kez savaşıyorum. Öyle bir şey ki, hiçbir kitapta bunun tanımını da teşhisini de bulamam. Deli edici.
Ama Andy hislerinde ciddiyse ve bir anlığına gaza gelip konuyu dağıtmak için söylemediyse, deneyebilirim. Gerçekten. Çünkü ben de onu seviyorum ve sevgi için, karşılıklı sevgi için değer. Onun yaptıklarını çoktan affettim, ki zaten affedilecek pek bir şey de yok. Benim ağırıma giden, ben ona bir şeyler hissederken, onun bana hiçbir şekilde güvenmemesi. Belki haklı olabilir ama ben de haklıyım. Kalbim kırık. Kalp kırıklığımı bir mantığa oturtmak ve tam açıklayabilmek zor ama, kırık işte.
Ben de onun yerinde olsam güvenmezdim belki. Hak veriyorum, ama dediğim gibi, kalbimin kırılmasını engelleyemiyorum.
Matt'in dediği gibi, Andy ile tartışmamızın ertesi günü polisler ifademi aldılar. Uzun sürdü, gerçekten. Matt o sürede yanımdaydı ve dikkatle not aldı. Sanırım o sırada Andy'nin de orada olması lazımdı ama gelmedi. Onu bekledim ama tam olarak niye beklediğimi de bilmiyorum. Sanırım diz çöküp yalvarsa bile içim soğumazdı o an. Şimdi ise kafam yerinde ve gerçek bir özür ve iyi niyet yeterli olur. Ben onu içimde çoktan akladım zaten.
Kapı çaldığında acaba bu sefer hangi komşumun kek getirdiğini merak ederek kapıyı açtım ama açmamla kapamam az daha bir olacaktı. O'nun yüzünü görür görmez kapıyı kapatmaya yeltendiğimde elindeki çiçekleri gördüm.
Bordo ve beyaz renklerden oluşan bir şakayık buketi.
Tabii ki de en sevdiğim çiçeği biliyor. İkimiz de birbirimizi kendimizden daha iyi tanıyoruz. Tanıyorduk. Ben artık onu tanımıyorum. İstesem de çok uzun zamandır tanıyamıyorum.
Hastanedeyken fark etmediğim tüm ayrıntılar, teker teker gözüme çarptı ve adeta zihnimde listelendi.
Son beş yılda belirgin bir şekilde olmasa bile yaşlanmış. Yüzü daha olgun, bebeksi ifadesi gitmiş. Saçları hatırladığımdan daha kısa ve koyu. Kirli sakalını kesmiş ve sakalsız hali yakışmamış. Yeşil gözleri parıltısını kaybetmiş. Eskiden doğal biçimde dik olan duruşu, sanki bir kuklacının elindeki iplerle kontrol ediliyormuş gibi yapay gözüküyor. Çok fazla yorulmuş. Yine de dışarıdan bakan birine göre görünüşünden ödün vermemiş ve ben hariç kimsenin anlamayacağı ayrıntılara dikkat edip mükemmelleştirmiş.
Ama ben anlıyorum, keşke anlamasaydım.
Çiçeklere olan tepkimi fark etti ve hafifçe gülümseyip çiçekleri uzattı. "İyileşmeni bekledim. İlaçların etkisinde olma diye."