Dikişi tamamladım ve sargıyı sabitleyip hastaya döndüm. Gülümsedim. "İki günde bir pansuman yapılması gerekiyor, sudan uzak tut, ara sıra dikkatlice havalandır; nemli olmamalı. Bir hafta sonra dikişler için kontrole gel."
Genç çocuk gülümsedi. Yakışıklı ama daha çocuk. On dokuz yaşında. Gözlerindeki pırıltılarda yaşam enerjisini görebiliyorum, muhtemelen yaşıtları ona bayılıyor, okulunun sevilen kişilerinden. Beni arkadaşlarına nasıl anlatacağını bir an merak ettim.
Tişörtünü düzeltti. "Teşekkür ederim doktor." Başını eğip kaşını kaşıdı, eldivenlerimi çıkarttım. "Merak ediyordum da, benimle kahve içer misin?"
Gülmemek için kendimi zor tuttum. Çok tatlı ama benim açımdan ancak ve ancak komik bir teklif olabilir bu. Otuz yaşıma geldim, sugar mommy olmaya niyetim yok. Henüz.
"Maalesef Taylor," yanına geçip kalkmasına yardım ettim. "Senin için yaşlıyım. Eminim senden hoşlanan çok kız vardır."
Dudağının kenarı kıvrıldı ama gizlemeye çalıştı. "Sadece sordum," diye mırıldandı. "Sonuçta kahveyi herkes sever, değil mi?"
Başımı salladım. On beş yıl daha erken doğsaydı bu çocuğu kaçırmazdım. Gerçi, muhtemelen yine buna benzer bir tepki verirdim zira pek ilişki insanı olduğum söylenemez. Standartlarım olması gerekenden çok daha yüksek.
"Evet," diye mırıldandım. "Kahveyi herkes sever."
Onunla danışmaya gittim, gerekli imzaları atıp çocuğu taburcu ettim.
Dosyayı görevliye uzattığımda, sonunda o yanıma gelmeyi akıl edebildi.
Güçlü bir duruşu var, yakışıklı, modellere yakışacak bir yüzü ve bedeni var. Hırslı olduğuna eminim ama kibirli olduğuna dair şimdilik elimde yeterince delil yok. Takım elbisesi ve kabanının altındaki kaslar bir an gözümün önüne geldi, ne yazık ki mesleki merakımı engelleyemedim.
"Elain Marble?" Diye sordu, zaten bilmesine rağmen. Başımı salladığımda elini uzattı. "Savcı Barber."
Elini sıktım. "Günaydın Savcı Bey, nasıl yardımcı olabilirim?"
"Bir çocuk kayıp." Ailesi için üzücü olmalı. "Sizin ifadenizi almaya gelmiştim."
"Pekala," dedim kafa karışıklığıyla. Böyle bir olaya karışmadığımdan eminim ama anlaşılan bazı kişiler bu konuda tereddütlü.
"Karen Stroke, tanıdık geliyor mu?"
Her gün yüzlerce kişiyle görüşüyorum, yani hayır, tanıdık gelmiyor. "Maalesef."
"Oğlu Andrew Stroke?"
Kaşlarımı çattım.
"Geçen hafta burada tartışmışsınız."
"Ah, o kadın," dedim sonunda anlayarak. "Çocuğunun kaybolmasına üzüldüm ama bu konuyla ilgili bir bilgim yok."
Beni umursamadı. "Tartışmanızı anlatır mısınız? Neler oldu?"
İç çektim, herhangi bir şeyden şüphelenebilir, o yüzden ters davranmamak için kendimi frenledim. "Sanırsam geçen hafta gelmişlerdi. Çocuğun ateşi vardı. Gerekli müdahaleyi yaptım, hemşire testler için kan alırken annesi bir anda bağırmaya başladı. Duruma müdahale etmem gerekti, sonuçta haklı olduğu bir yan yoktu ve bir hemşirenin böyle haksız bir muamele görmesine izin verecek değildim. Ama bu sefer de bana bağırmaya başladı, sonra itti. Güvenlik onu zar zor götürdü."
"Böyle bir şey ilk kez mi oldu?"
"Biliyorsunuz, buralarda hastane şiddeti pek yaygın değil. Birkaç kez olduğunu gördüm ama ilk kez yaşadım. Hoş değildi."