6.Bölüm

72 22 0
                                    

        Ellerim cebimde yürürken, bir köşede sessizce gizlenmiş küçük bir kedi yavrusu ilişti gözüme. Islanmıştı ve üşüdüğü her halinden belliydi. Yaklaştım onun yanına. Benden kaçmadı, aksine o da beni gördüğüne sevinmiş gibiydi. Onu parmaklarımın arasına aldım ve ıslanmış tüylerini okşadım. Tüylerini okşamaya devam ederken, parmaklarımda kırmızı bir şey fark ettim. Bu, kandı. Yaralanmıştı. Ayağında derin bir yara vardı. Kurumuş ve yağmurla birlikte yeniden açılmış bir yara...

            Hemen aldım onu ve yarasını sarabilmek için bir şeyler aramaya koyuldum. Açık bir veteriner bulmak zordu bu saatte. Bir nöbetçi eczane bulmam gerekiyordu. Yolda gördüğüm bir eczanenin camından, hangi eczanenin nöbetçi olduğunu öğrendim.

            İçeri girdiğimde elimdeki kediyi gören eczacı, elindeki ilaçları bıraktı ve hemen yanıma koştu. Sonra teşekkür etti bana.

            Ne olduğunu anlamamıştım.             "Neden?" diye sordum.

            "Size minnettarım" dedi eczacı

            Sonradan anlamıştım. Bu kedi eczane sahibinin kedisiydi. Onu günler önce kaybetmişti ve ne tesadüf ki, bir yabancı onu, yağmurlu bir havada bulup sahibine getirmişti.

            Bana bir kez daha teşekkür etti ve ayrıldım oradan. İçimden, "Hayat ne kadar da garip" diye düşünüyordum. Bir sokak kedisi bile, istediği şeye kavuşmuştu. Islak ve yaralı bedeni, şimdilerde sevginin kollarındaydı.

            "Ya diğer kediler?" diye düşündüm sonra. Sokakta, yağmurda ve çamurun ortasındaki diğer kediler... Eğer onu bulmasaydım, küçük ve yaralı haliyle, belki de birkaç günden fazla dayanamayacaktı.

            Sonra çocukları düşündüm. Sokaklarda, tıpkı kediler gibi yaşayan çocukları... Yağmurun ve soğuğun ortasında var olmaya çalışan çocukları. Hayat onlara adil davranmamış mıydı? Onlar çamurun ortasında yaşamaya çalışırken, diğerleri yağmuru sıcacık evlerinin penceresinden seyrediyordu. Kim suçluydu? Çamur mu? Yoksa o masum bedenleri çamura atanlar mı?

            Belki de ben suçluydum. Bir şeyler yapabilme şansım varken, bir şeyler yapamıyordum. O kedinin bana ihtiyacı vardı. Peki, ya ben olmasaydım? O zaman ne olacaktı?

            Şu anda dünyanın herhangi bir yerinde, gelip birilerinin onları kurtarmasını bekleyen çocuklar varken, olduğum yerde öylece oturamazdım. Onların bana ve başkalarına ihtiyacı vardı.

            İşte bu yüzden kendimi evimden dışarı atmıştım. Bu yüzden yağmurun ıslak kollarına bırakmıştım kendimi. İşte bu yüzden rüyalarımdan uyanıyor ve yeni rüyalar peşinde koşuyordum. Bu yüzden yaşıyordum ben.

            Tek bir sokak kedisi bile, yağmurun altında ıslanmaya devam ettikçe, ben yollarda olmalıydım. Yatağımda rahat uyuyamazdım. Rüyalarım kabus olurdu. O kedilerin sesi, çocukların haykırışları benim kabusum olurdu.

            Tek bir çocuk bile açken, benim yediklerim günahtı bana. Bir tek çocuk ağlarken bile, ben gülemezdim. Üşürken bir çocuk, ben ısınmayı hak edemezdim.

            Çocukların da sokak kedilerinden farkının olmadığını düşündüm. Gelip birileri onları kurtarmadığı sürece, onlar sokaklarda, kendi kaderlerine terk edilmiş olacaklardı.

            Bu yüzden yürümeliydim işte. Bu yüzden daha uzaklara gitmeli ve bu yüzden daha fazla düşlemeliydim.

            Sokak kedisini ait olduğu yere bıraktıktan sonra, yeni sokak kedileri, yeni sokak çocukları aramak için çıktım yola. Olmam gereken yer sokaklardı. Ait olduğum yer burasıydı. Parlak ışıkların ve görkemli rüyaların olduğu yerler değil. Olmam gereken yer, şık elbiseler giyinmiş insanların yanı değil, elbiseleri yırtılmış ve ayakkabıları patlamış çocukların yanıydı.

            Ait olduğum yer, onlarca çeşit yemeğin hazır olduğu masalar değil, en büyük ziyafeti bir parça ekmek ve domates olan çocukların yanıydı. Onların, gelip kendilerine dokunacak insanlara ihtiyaçları vardı. Onların en büyük hayali, sabah soğuktan ölmeden uyanabilmekti.

            Bu yüzden ait olduğum yere gittim. Ait olduğum yer, bulunduğum yerin bir adım ötesiydi ve attığım her bir adımda, ait olduğum yere bir adım daha yaklaşıyordum. Yürüdükçe daha da yürümek, daha da yürüdükçe, daha da fazla yürümek istiyordum.

            Islak ve sessiz bir gecenin karanlığında, sadece ayak seslerim duyuluyordu. Ayak seslerim kesildiğinde ya bir su çukuruna girmiş oluyordum, ya da ayaklarım ıslak çimenlere basıyordu. Sabahın ilk ışıklarına kadar, güneşin göz kırpışları, gri bulutların arasından görünmeye başlayıncaya kadar yürüdüm. Yağmurla dost olmuştum. Yağmur damlalarıyla konuşuyor ve onlardan yardım istiyordum.

             Sonra durdum. Yavaşça arkama döndüm ve gözlerim, bana seslenen kişinin kim olduğunu aramaya başladı. 


Çocuk Hırsızları (Raflarda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin