Ciğerlerimdeki hava dudaklarımın arasından dökülüp vücudumun sağ tarafında keskin bir acı bırakırken, beni tedavi etmeye çalışan doktorlardan birinin kolunu sıkıca kavradım. Vücudumda iki kurşun olsa da, gücüm garip bir şekilde hala yerindeydi. Doktor beni yatıştırmaya çalışırken gözlerim hafiften kararmaya başlamıştı. Güçlü, kemikli parmaklarım doktorun kolundan hafif hafif gevşerken gözlerim kapandı. Bana yıllar, aynı zamanda saniyeler gibi gelen bir sürenin sonunda uyandım. Diana baş ucumda oturmuş, elimi tutuyordu. Miles ise yatağın ucunda ayakta, kollarını bağlamış bekliyordu. Diana'nın avucumun içine duran elini hafifçe sıktım, tam o anda kapı çalındı. Tıklatma sesini duyana kadar etrafıma, bulunduğum ortama dikkat etmemiştim. Bir hastane odasındaydım. Yatağın başlığı bir duvara dayalıydı ve kafamı sağa çevirdiğimde tanıdık bir manzara görmüştüm: Chicago. Evim. Gözlerim kapandığında Kandahar, Afganistan'daydım. Gözlerim açıldığında sıhhiye çadırındaydım. Etrafımdaki boğuk sesler, Guzman'ın bana her şeyin düzeleceğini söylemesi, uzaktan gelen helikopterin gürültüsü... Gözlerim tekrar kapandığında ise sesini uzaktan duyduğum, hayal meyal hatırladığım helikoptere bindiriliyordum. Şimdi gözlerimi tekrar açmıştım ve evimde idim. Çalınan beyaz kapı açıldı ve içeri önlüklü biri girdi.
-Bay Jones. Uyanmışsınız. On saatlik bir ameliyat ve üç haftalık bir yoğun bakım süreci geçirdiniz. Bir bakalım... Sağ akciğerinizin birkaç milim yanından ve sol omzunuzdan vurulmuş, aynı zamanda bıçaklanmıştınız. Yaşamanız bir mucize. Yaralar içten de zarar görm-... Lütfen kalkmayın, çok kan kaybettiniz, toparlanmanız uzun bir zaman alacak!
Oysa ben doktoru dinlemek yerine yattığım yerde hafifçe doğrulmuş ve oturur pozisyona gelmiştim. Karnımdaki sızıya rağmen sırtımı geriye yaslayıp doktora baktım, tüm ciddiyetimle ''Tahminen ne zaman iyileşirim, görevime gitmem gerekiyor.'' demiştim. İlk başta şaka yaptığımı sansa da duruşumun değişmediğini görünce yüzündeki o sırıtma şaşkınlığa döndü. Bilmediği şeyler vardı, beni burada tutamazdı. Yaralandığım çatışma o kadar kanlıydı ki... Beynim çatışmanın çoktan bitmiş olacağını idrak edemiyordu. Bana göre dostlarım hala siperlerde yatarak karşıdan üzerlerine cehennemi yağdıran Taliban askerlerine karşı savaş veriyorlardı. Gerçi... Miles karşımda olduğuna göre görev başarılıydı. Yaralanmam boşuna olmamıştı, bir tek benim kötü durumda olduğumu umarak derin bir nefes verdim. Bakışlarım doktorun yüzünden hemen solumda oturan Diana'ya kaydı. Ay yüzlü meleğim, onu görmeyeli ne uzun olmuştu. Elini tekrar hafifçe sıktıktan sonra sakince yanağını okşadım. Okyanus gözleri yine dalgalanmıştı, ne korkmuştur...
Sahi, neden? Odadakiler kendi aralarında konuşurlarken, açılan televizyonda ise Manny Pacquiao ve Danny Diaz maçının bu akşam olduğu haberi sunulurken gözlerim tavana daldı.Tipik bir çarşamba günüydü. Orduda her gün aynıdır. Ama bizim için bu geçerli değildi. Bağlı olduğum birlik, Hellhounds, gizli görevle Afganistan'a gönderilen bir birlikti. Buradaki amacımız Taliban'a karşı savaşmaktı, bizi buraya ölmeye yollamışlardı. O çadırdaki ilk günümde bir şeylerin boka saracağını anlamış, ama içimdeki sesi duymazdan gelmiştim. Komutanımız, Luther Carmine o gün bize ''Biz Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesiyiz, ve buraya gelme amacımız düşmanlarımıza O'nun adaletini tattırmak. Baylar, buraya gelebilmek için bir dizi eğitimden, testten ve zorluktan geçtiniz. Artık hepiniz birsiniz. Siyah, beyaz, sarı, hay sikeyim, pembe olsanız bile fark etmez. Artık yeşilsiniz. Rütbeleriniz, bağlı olduğunuz birlikler fark etmez. Biz Cehennem'in Tazıları'yız ve düşmanlarımızı Cehennem'in en dibine atacağız, biz de onların yanında en dibe gidecek olsak bile.'' demişti. Anlaşılacağı üzere ölmek bizim için bir başarısızlık, bir son değil; en temel görevimizdi. Ancak bizden biri gidecekse, onlardan bininin gitmesi gerekiyordu. İşte tam da bu yüzden bizler seçilmiştik. Bilge ölüm makineleri. Cahil değildik, yaptığımız eylemlerin bilincindeydik ve bu eylemler bizim seçimlerimizdi ki bu durum bizi daha tehlikeli kılıyordu. Ben, William Jones, beni tanıyanlar bana Billy veya Wargrave de der, yapılan bir oylama ile tim lideri seçilmiştim. En yakın dostum Miles Clarke ise bize araçla bir saatlik mesafede olan başka bir timin lideriydi. İkimiz de Carmine'dan emir alsak da konumlarımız ve görevlerimiz farklıydı; ancak ben lider seçildikten iki ay kadar sonra Miles'ın timi ve görevleri açığa çıkınca; iki tim birleştirilmişti ve bizim yanımıza gelmişlerdi. Taliban üyeleri içlerine tuzaklar döşenmiş boş çadırlar bulduklarında yüz ifadelerinin ne olduğunu çok merak ediyorum. Saf kaos, şok ve dehşet...
Miles'ın timinin görevlerinin arasında düşman hattının gerisine sızıp bilgi toplamak vardı, onlar gösterirdi ve biz tetiği çekerdik. Ancak iki tim birleşince ve Miles'la ben hem iki timin liderliğini paylaşıp hem de dip dibe görev yapınca, gösterme ve vurma işinin her ikisini de yapmamız gerekti.-Hey Billy! Carmine seni görmek istiyor.
-Hay lanet, Sağ ol Ramirez.
Ramirez çadıra girip bana seslendiğinde kampete* uzanmış, elimdeki topu havaya atıp tutuyordum. Topu kampetin üzerine bırakıp doğruldum ve oturur pozisyona geldim. Yanımdaki ufak sehpada tabancam duruyordu, durduğu yerden alıp belimdeki kılıfa koydum ve kılıfı kilitledim. Tabii, öncesinde namludaki mermiyi kontrol ederek silahın emniyetini açmıştım. Ramirez'le çok az konuştuktan sonra onun tüfeğinin yanına gitmesini izledim, yarım saat kadar önce tüfeğini temizliyordu. Şimdi o tüfeğini yine temizlemeye başlamışken yerimden doğrulup yürümeye başladım, bir yandan da ara sıra bana selam verenlere karşılık veriyordum. Ancak verilen bu selamlar askeri, resmi ve hiyerarşik selamlardan ziyade dostane, samimi, gündelik selamlardı. Benim için de bu önemliydi aslında. Çünkü ilki olsaydı bu onlar için zorunluluk olacaktı, samimi olmayacaktı ve askerde yanınızdaki adam orada bulunma sebebini bir 'zorunluluk' olarak görüyorsa o durum sizi sıkıntıya sokar. En son Jackie'ye selam verip komuta çadırına doğru yürürken etrafıma bakındım. Ya yeşil giyinen adamlar, ya yeşil renge bürünmüş çadır veya araçlar; ya da sarı ve turuncu kumu görüyordum. Herkes bir yerlere koşuşturuyordu. Bilgisi olanlar araçları tamir ediyor ya da bakımını yapıyor, canı sıkılanlar antrenman yapıyor ya da basketbol oynuyor, cezalı olanlar, Bobby ve Abraham'ın başını çektiği grup, bir köşede iki saattir çektikleri şınavın şok ve boğuculuğunu dinlenerek atmaya çalışıyordu.Kumaşı aralayıp çadıra girdim. Carmine, takım elbise giymiş elemanın biri ve Miles beni bekliyordu. Miles'ın omzuna dostça vurup onun yanına geçtim. Carmine'a bakarak başımla hızlı bir selam verdim. Hemen ardından elemana baktım, gözlerimi hafiften kıstığımda Carmine dudaklarını aralayarak aklımdaki soruyu cevapladı.
-Hoş geldin Will. Başlayabiliriz, ancak önce yanımda gördüğünüz şahısla sizi tanıştırmak istiyorum. (burada tam solunda duran takım elbiseli, kelleşmiş ve buruşmaya başlamış elemanı işaret etti.) Kendisi Seth Adkins'tir. Onun emirleri benim emirlerim gibidir. Uyacaksınız! Taliban geçen ay Afgan ordusuna el koyduğundan beri Afganistan üzerinden dönen karaborsa ticaretleri ve kaçakçılık faaliyetlerinin yüzde üç yüz arttığını fark ettik.
Tam bu sırada Carmine'ın bize Seth diye tanıttığı keltoş lafa girdi.
-Size burada ülkenize hizmet etme fırsatını sunan CIA, şimdi size daha farklı bir görev ataması yapıyor baylar. Artık onlar hedefinizi gösterecek. Siz de gerekeni yerine getireceksiniz.Daha birçok saçmalık çıktı ağzından, yine de burada anlatmayacağım. Görünüşe göre tasmalarımız artık CIA'in elindeydi. Onlardan gelen ilk görev mi? Düpedüz katillikti. İsmi listelere düşmüş bir uyuşturucu liderini izleyecek, evini basacaktık.
Yine de bu daha önce gördüğüm çatışmalara benzemiyor.
1) Kandehar'dayken Amerikan askerleri olarak düşmanla savaşıyorduk; ancak yeni görev yerimiz Kabil'de bir askerden çok bir çete üyesi gibiyiz.
2) Timimden sadece birkaç kişi yanıma verildi. Kıçımı kollayacak adamların yarısı yok.
3) Birçok sivil var. Bizim görevimizin en önemli maddelerinden biri de sonuna kadar o sivillerden gibi gözükebilmek. Girdiğimizde bizim kim olduğumuzu bilirlerse, insanların kaybolmasından sorumlu olduğumuz öğrenilirse işler boka sarar.
4) Görev tehlikeye girdiğinde hava desteği isteyemem. Tek başımızayız, ağzımızdan köpükler saçarken sokaklara salındık.Neler olacağının farkındaydım. Yine de aileme karşı çıkıp onların istediği gibi bir mühendis olmak yerine asker olmayı ben seçmiştim. Ölmekten de, öldürmekten de korkum yoktu.
Ka-Bar'ımı bilerken Miles ile de tam bu konuyu konuşuyorduk. Akrep dörde vururken ikimiz de çadırın dışında sandalyede oturmuş, bira içiyorduk. Talih, yine cesurdan yana olacaktı.
Bölüm sonu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Wargrave
AcciónEthan Wargrave, bilindiği kadarıyla normal denebilecek bir çocukluk geçirmiş, yaşı gelince de asker olmuş ve mesleğini bu yönden ilerletmişti. Ama herkes bilir ki, savaş alanından hiçbir asker geri dönmez. Kiminin ruhu göğe yükselerek cesedi döner...