Londra, 25 Kasım 1918
King's Cross İstasyonu
Erwin trendeki koltuğundan hafifçe doğrulup pencereden dışarı baktı ve insanların kalabalık istasyona giriş çıkışlarını izledi. Avrupa'nın her yerinden ailelerine evlerine dönen askerlere baktı. Babalar, oğullar, kocalar; onların sevdikleriyle yeniden bir araya gelmelerini izledi ve göğsünün bir anda hafiflediğini hissetti.
Cep saatini çıkardı; saat yediye çeyrek kalayı gösteriyordu. Kalkışa daha on beş dakika vardı, yine de endişenin yavaş yavaş bedenini ele geçirdiğini hissedebiliyordu. Gözleri kalabalığın arasında bir şey ya da birilerini ararcasına dolaştı.
Bir süre sonra Erwin göğüs cebinde bir zarf aradı; "Hange Zoe" imzalı bir mektup, ondan korkunç haberi aldığı geçen haftadan beri yanında taşıyordu. Arkadaşının sözlerini tekrar okurken gözleri bir an için bulutlandı. Ne de olsa Hange'nin annesi, kendi annesi gibiydi ve ölümü şaşırtıcı olmasa da beklenmedik olmuştu. Erwin, zaman zaman, insanların ölümle savaş alanının yalnızlığı yerine, yaşlılıkta ve yataklarının rahatlığında karşılaşma lüksüne sahip olduğunu unuttuğunu farketti.
Ama o savaş günleri artık geride kaldı, diye düşündü Erwin, mektubu zarfa geri koyarken rahatlayarak. İstasyondan genç bir çocuktan aldığı gazeteyi açtı ve manşetleri okudu, dünyanın en büyük endişesinin yeniden salgın olduğunu görünce garip bir şekilde rahatladı. Ancak salgın, Hange'yi yoruyordu, çünkü artık hastanede gece gündüz çalışıyordu ve bu da Erwin'i aylardır ilk kez trene binmeye iten şeydi. Hastanede hastalarıyla çok meşgul olan Hange, Erwin'den annesinin ölümünden sonra aniden sorumlu olduğu ev ve çiftlikle ilgilenmesini istemişti. Erwin, Hange ona katılabilecek duruma gelene kadar çiftliğe bakacaktı. Ve bu arada fiziksel görevlerde kendisine yardım etmesi için birisinin gönderileceğine dair güvence verildi. Bu mektuba göre, bahsi geçen kişi onunla istasyonda buluşacak ve birlikte Birmingham'a giden trene bineceklerdi.
Ama şimdi trenin kalkmasına 15 dakika kalmıştı ve kimse gelmemişti.
Gazeteyi bir kenara koyan Erwin, istasyondaki saate bakıp bir kez daha zamanı doğruladı. Gitme vakti yaklaşıyordu ama hala kimseden bir iz yoktu. Yanlış anlamış olmaktan korkarak buluşma tarihini ve saatini arayarak mektuba son bir kez baktı. Ama kağıttaki tarih ve saat, hatırladığı kadarıyla tamamen aynı kaldı.
Bu diğer kişi kim? Erwin, tanıdığı biri olup olmadığını merak etti.
Tren kompartımanına birinin girdiğini duyduğunda bunu düşünüyordu.
"Burada oturmamın sizin için bir sakıncası var mı?" diye sordu bir adam, Erwin'in önüne durdu.
Erwin başını salladı ve adamın yüzünü tanıdığında çenesi şaşkınlıkla düşerken "Hayır." diye mırıldandı.
Adam şaşkınlıkla ona baktı, gözleri onunki kadar genişti.
"Erwin? Burada ne arıyorsun?"
"Levi-" dedi "Gelmeni Hange mi istedi?"
Levi sinirli bir şekilde içini çekerek koltuğuna çöktü ve pencereden dışarı baktı. "Senin burda olacağını bilmiyordum..."
"Ben de..."
Uzun, garip bir sessizlik odayı doldurdu ta ki yüksek buhar düdüğü ayrılma zamanının geldiğini duyurana kadar.
Sonra Erwin'in bakışları da pencereye kaydı, manzaranın korkunç sessizliği yatıştıracağını umuyordu.
Avucu terlemeye başladı. Levi'ı iki yıldan fazla süredir görmemişti. Onunla ne konuşacaktı? Ne pahasına olursa olsun savaş hakkında konuşmaktan kaçınmak istiyordu ama şu anda konuşacak başka ne vardı? Ateşkes her gazetenin kapağında, herkesin ağzındaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1918 •Eruri•
Fanfictionİngiltere'de yıl 1918 ve savaş yeni bitmişti. Erwin bu savaşta bir kolunu kaybetmişti; Levi ise bundan biraz daha fazlasını kaybetmişti. Birbirlerini son görmelerinin üzerinden iki yıl geçmişti ancak Hange'nin onları tekrar bir araya getirmek için b...