3. Bölüm | Yer ve Gök

18.2K 1.3K 222
                                    

Nefes nefeseydi. Yaprağını dökmüş çalıları andıran kemikli parmakları spor salonunun aralık kapısına tutundu. Aliva kapının alüminyum doğramalarını sıkı sıkıya kavradığını soluğu düzene girip görüşü berraklaşınca ancak fark edebildi. Kendini iyi hissettiğinde belini doğrulttu, pamuk uzun kollusunun koluyla alnındaki ve boynundaki terleri kuruladı, derin bir nefes alıp verdi, ağır kapıyı omzuyla itekleyerek açtı ve eşikten geçti.

Işıklar kapalı ve ortam sessizdi. Birkaç adım attıktan sonra eliyle duvara tutuna tutuna yürümeye başladı. Her zaman içini ferahlatan yüksek tavan aydınlatmasız dipsiz bir kuyuyu andırıyor, girintileri pürüzsüzce doldurmuş karanlık kuyunun içinden ıslak ıslak üstüne akıyor, onu yutuyordu. Aliva kaşlarını çattı, bir ses olsun diye mahsus öksürme gereği duydu. Cebindeki telefona uzandığında dolaplardan birine takıldı ve düşmekten son anda kurtuldu. Eliyle damağını geriye ittirdi. "Az daha düşüyordum," dedi kendi haline gülerken. "Maçtan önce kendimi sakatlayacaktım, iyi mi?" Tüyleri ürpermiş gibi başını iki yana salladı. Düşüncesi bile korkunçtu.

Görüş alanına minderlerle döşedikleri dinlenme köşesi girdi belli belirsiz, minderler ay ışığını gönülsüzce içeri davet eden pencerenin altında ölü insanları andırıyordu. Lakin kimse yoktu, tavandan sarkan aydınlatmalar dahi açılmamıştı. Yetersiz ışık karanlığı bir çarşaf gibi eşyaların ve aletlerin üstüne atmış, onları görünmezlikle tozlandırmıştı. Huzursuzca soluklandı.

Kulak kabarttı ancak hiçbir ses işitmedi. Zift gibi yoğun, ete kemiğe bürünmüş sessizlik ürperticiydi. Kötü bir şey olduğu hissine kapıldı. Adımlarına karışan olumsuz düşünceleri onu durduruyor, ilerlemesine izin vermiyordu. Salonun ortalarına doğru cılız bir ışığın yerde titreyerek yayıldığını gördü. Bedeni kaynar su dökülmüş buz gibi çözülürken derin bir nefes alıp verdi. Ringde olmalılar, diye düşündü. Zihnindeki tehlike çanları birden başka bir düşünce için çalmaya başladı. "Geç kaldım," dedi on ikinci kez, dudaklarını dişledi. Omzuna astığı çantayı koltuğun üstüne bırakıp çekingen adımlarla bölücü duvarların gizlediği ringe doğru yürüdü. Biçimli kaşları dalgalı bir denizde bir aşağı bir yukarı giden kayıklar gibi telaşla alçalıp yükseliyordu, küçük dudağı ince bir kâğıt gibi içe çekilmiş, ne düşündüğünü ele veren iri badem gözleri mahcubiyetle kısılmıştı.

"Bir kere de zamanında gel Aliva," diye söylendi kendi kendine. Aklına koçun kendisini arayıp, "Biliyorum, yarın dersimiz yok ama salona uğrayabilir misin? Yeni biri var. Teknikleri göz kamaştırıcı. Bir de senin görmeni istiyorum," diye maça davet etmesi, kendisinin de hiç bekletmeden "Koşa koşa gelirim koç," diye cevap vermesi geldi. Kolundaki saate baktı. Tamı tamına kırk üç dakika geç kalmıştı. Yüzü ağlamaklı buruştu. "Koşa koşa geldin sahiden de" dedi kendiyle alay ederek. "Aferin sana. Her sözünde bu kadar dursan keşke."

Silkinip yürümeye koyuldu.

Loş ışığın yumuşakça yayıldığı ringe göz attı.

"Koç," diye seslendi. "Ben geldim."

Ses gelmeyince kolonlarla bölünmüş spor salonunda yürümeye devam etti. Hissettiği mahcubiyet uzunluğu otuz metre etmeyecek salonu gözünde sonu gelmez bir yola çevirmişti, geri geri yürüyordu.

Seslice soluğunu verdi ve "Koç, geç kaldığım için üzgünüm," dedi, sesi duvarda yankılandı. "Nerede tüm bu insanlar," diye söylendi kendi kendine.

Boks ringinde bir hareketlilik oldu.

Piyanonun melankolik sesini duydu.

Görüşü parlaklaştı, ince bir sızı kirpik diplerini kaşındırıyordu, gözünün sıvısı köpüren bir deniz gibi yükselmiş ve nesnelerin sınırını buğulandırmıştı, irisindeki renkler karla kapı toprakları andırıyordu. Tatlı bir uyuşukluk gezindi bedeninde. Gıdıklanıyordu. Gözlerini sertçe ovuşturdu, canı yanınca fazla ovuşturduğunu fark edip durdu, gözünü kısarak baktı. Pencerelerden geldiğini düşündüğü hafif soğuk esinti gözünün acısını alevlendirdi. İkinci dalga bir öncekinin aksine onu yatıştırdı, sıcacık yaladı yüzünü.

Zamanlayıcı: Aliva'nın DoğuşuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin