Yonville Kasabası, Fransa~
"Suyu iyice kaynat." Dedi azarlar bir tonda. Sesindeki kinayeli tını bir hafta önce dostunun suyu iyi kaynatmaması yüzünden evdeki herkesin çektiği karın ağrısını işaret ediyordu esasında. O sancı hatrında uzun bir süre yer edinecek türdendi.
Su temiz değildi.
Bunu ülkedeki herkes iyi bildiğinden genelde kaynatır sonra kullanırdı. Zira suyu yalın halde içip ölen bile varken akıllarından çıkmaması gereken yegâne kurallardan biriydi bu.
Suyu uzunca kaynat.
Elbette kurallara uymamak için doğmuş olan Wooyoung acele etmesinin de etkisiyle işleri birbirine kattığında bunun sonuçlarının kendisini dahi vuracağını düşünmemişti. Her zamanki gibi.
"Ben yalnızca şarap yapmaktan anlarım tamam mı?" Mırıldandı sessizce. Kendini savunacak pek bir şeyi yokken bile konuşuyor olması Taeyong'u güldürmüştü.
Elindeki yeni yıkanıp iki günde ancak kurumuş olan sert çamaşırları katlarken konuşmaya girdi.
"Su kaynatmak şarap yapmaktan daha az meşakatli. Ufak bir çocuk bile bilir ne yapacağını Woo! Tek malzemen su!" Gömleklerinden birini sertçe çırpmıştı bu sırada. Wooyoung'sa ufak mutfaktan göremediği dostuna göz devirmişti. Salondan kulağına ulaşan sesindeki alay sinirini bozuyordu.
"Her neyse... Bu sefer dikkat ediyorum."
"Buna sevindim. Ayrıca sen tüm gün neredeydin? Odun kesmekten ellerim kanadı." Sorusu üzerine aralık bahçe kapısından izlediği ateşin üzerindeki tencereden uzaklaşıp titreyen bedeniyle sıcak salona girdi. Şöminenin kenarındaki yün halıya oturup ellerini birbirine sürterken neşeyle konuştu.
"İnanmayacaksın ama Rahip San'la beraberdim!"
"İnanmayacak mıyım? İnandım bile! Adama sakız gibi yapıştın Wooyoung, başına bela alacaksın." Dedi hoşnutsuz bir ifadeyle. Bu meseleyi başta ciddiye almadıysa bile tam bir hafta önce başına gelenlerden sonra o iki rahibe yaklaşma niyeti yoktu.
Canı yanmıştı.
Zihni ve ruhu yetmezmiş gibi bedeninde de izler kalmıştı o günden. Hala hareket ettiğinde sızlayan boynu yüzünden geceleri uyuyamıyordu doğru düzgün.
Kırmızı şaraba bulanmış gömleğin üzerindeki koca leke onca yıkamaya rağmen hala yerindeydi. Sanki her şey o günü unutmasın diye öldürücü bir yavaşlıkla iyileşiyordu. Sinirle bir nefes verip kendine sırıtarak bakan Wooyoung'a verdi dikkatini."Bir şey olmaz... Hem daha nedenini bile sormadın ki..."
"Neymiş sebebi?" Sordu ancak pek de istekli durmuyordu. Dostuysa bunu takmadan hevesle bir nefes çekti içine.
"Bak şimdi, ilk başta sana dediğim gibi süt almaya gidiyordum. Sonra Başrahibin gittiğim sokaktaki bir duvarın arkasında Rahip Choi'yi azarladığını duydum. Sanırım bir hastanın evinde "yanlış" bir şeyler söylemiş. Adam gidince de onunla yalnız kalmış bulundum. E tabii konuşmak istedim."
"Bu ikisi budist değil mi? Hoş, Bay Jung insan mı değil mi o dahi belli değil!.." Nihayet konu yine oraya gelmişti. Wooyoung bunu bekliyormuş gibi tamamen ona döndü. Heyecandan karnında kelebeklerin dans ettiğini kendisi bile fark etmiyordu henüz.
"Bay Choi dün gece bir görü görmüş Tae. Bunu bize söylemek istemiş ama Başrahip dibinden ayrılmamış bir türlü." Sonunda ağzındaki baklayı çıkarmıştı işte. Kocaman gözlerle kendisine bakan Taeyong'tan ses gelmeyince devam etti.
"Buna "görü" denir mi bilmiyorum öyle ya. Çatlak cadı kafasına girmiş Rahibin! İnanabiliyor musun!? Şehre gel demiş, Paris'e!" Hayretle bakıyordu şimdi. Kafasında yüzlerce soru oluşmuş, o iki kardeşin yeni planının ne olduğunu kesinlikle anlamamıştı. Saçlarını geriye atıp gerginlikle konuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Lost Mugunghwa Of Yonville L'abbaye|| JaeYong
Fanfiction//JaeYong & WooSan// İhtiras ve şehvet dolu hayatının akışına kendini bırakan genç bir kadındı o ilkbahar sabahı ruhunu teslim eden. Yıkık kilisenin, kahverengiye dönmüş yapraklara boyandığı bahçesinde duyulan acı dolu feryadı hak ediyor muydu bilin...