Paris, Fransa~
Şehirle kasaba arasındaki en büyük fark sokaklardaki gereksiz, amaçsız ve anlamsız insan kalabalığıydı. Her sokakta gezen insanın bir amacı olduğuna inanmıyordu bir türlü.
Bir de pavyonlar vardı öyle ya, nasıl unuturdu?
Her tarafı bir şeylere-deyimi yerindeyse- şehvete aç erkeklerle dolu, aslında devletin yasaklamış olmasına rağmen el altından yürütülen pasaklı pavyonlar... Onları tercih edecek kadar düşmediğine emindi Wooyoung.
Şu anlık.
Şimdilik böyle söylüyordu kendine. Heyecanlı şeylerden hoşlanırdı daha çok. Aptal prensipleri yüzündendi hep.
Evli ya da bekar umrunda olmazdı. İsterdi ve tavlardı. Yakışıklı, pürüzsüz yüzünü ve tatlı dilini kullanmasını iyi bilirdi. Her zaman.
Karmaşık sokaklarda sol elini beline taktığı cüzdanının üzerinde tutarak ilerliyordu. Hırsızlık olayları son zamanlarda bu denli artmışken kendini korumak zorundaydı.
Soğuktan burnu gibi, gözlerindeki ıslak tabaka da donmuştu adeta. Eldivenlerinin altında kıpırdatmaya mecali yoktu parmaklarını.Caddenin kenarındaki büyük, kurumuş süs havuzunun önünde durup soluklandı önce biraz. Montmartre Tepe'sinin en gözde yeriydi burası. Öyle diyordular ancak burnuna ulaşan iğrenç koku hiç de güzel hissettirmiyordu. Kanalizasyondan geliyordu. Zaten yürüdükleri yolun yarısı pislik ve çamura bulandığından, o an kendinden de iğrendiği söylenebilirdi. Boynuna kadar uzanan, pelerinin altından geçirdiği gömleğinin yakalarını burnuna kadar çekti. Kolonya kokusu mide bulantısını geçirir diye umuyordu.
Buraya gelmeden önce kasabadaki bir tavuk dövüşünden cebine indirdiği paralarla yol boyu mutlu hissetmişti doğrusu. Hile yapmıştı, hep yapardı. Ancak sonuç olarak kazanmıştı değil mi?
Parayı seviyordu. Hadi ama, kim sevmezdi ki? Zenginlerin "para her şey değildir" saçmalığına inanmayacak kadar zekiydi. Para mutlu ederdi. Huzur da getirirdi kesinlikle.Bunu ancak paranın size getireceği mutluluğa muhtaç kalacak kadar düştüğünüzde anlardınız, tabii.
Gözlerini kısıp sisli caddede dudaklarından süzülen dumanların arasından etrafı inceledi. Öyle ya, buraya keyfine gelmemişti. Acele etmek zorundaydı. Göğüs kafesindeki tuhaf ağırlığa sinir olduğunu hissediyordu. Neden böyle olmak zorundaydı sanki? Birkaç ay öncesine kadar bundan daha gamsız olduğuna yemin edebilirdi.
Koluna aniden iki ince el dolandığında irkildi. Beklemiyordu bunu, geldiğini hissetmemişti bile.
"Aptal cadı!" Fısıldadı sinirle. Genç kız bu kez her zamankinin aksine sokaktaki tüm diğer hanımefendiler gibi giyinmişti. Kasnaklı ve korseli dantelden yapılma kıyafeti üzerine sanki tam oturmuştu. Bu Wooyoung'un onu kalın giysilerle gördüğü ilk seferdi. Genelde mevsimin tam tersi giyinmeyi seviyor gibiydi zira.
Tiz bir kahkaha attı genç kız. Sesi hemen kalabalığın uğultuları arasında kayboldu. Yanlarındaki ucuz restoranın önündeki boş masaya sesli bir şekilde kanatlarını çırparak konan kara kargayı seçebildi Wooyoung aynı anda.
Aptal karga.
Sinir de olsa kızın koluna girmesine ve onu yönlendirmesine izin verdi.
"Ben sadece basit bir cadı değilim Woo. Senin aklını başından alabilecek kadar çekici bir kızım ve unutmadan... Büyülerimle senin bana tapmanı sağlayabilirim. Küçümseme beni bir daha." Sesindeki alaylı tona rağmen ciddiyetini seçmek mümkündü. Wooyoung'un diğer eli sol kolundaki kızın ellerinin üzerine ulaştı. Genelde böyle yürürdü buralarda insanlar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Lost Mugunghwa Of Yonville L'abbaye|| JaeYong
Fanfiction//JaeYong & WooSan// İhtiras ve şehvet dolu hayatının akışına kendini bırakan genç bir kadındı o ilkbahar sabahı ruhunu teslim eden. Yıkık kilisenin, kahverengiye dönmüş yapraklara boyandığı bahçesinde duyulan acı dolu feryadı hak ediyor muydu bilin...