Keskin soğuk kemiklerime işlerken dudaklarımın arasından sızan nefesim buhar halinde havaya karıştı. Hava o kadar soğuktu ki bulunduğum parkta benden başka kimse yoktu. Herkes sıcak kafelere, kapalı alanlara veya evlerine sığınmıştı. İçimi bir nebze ısıtan karton bardaktaki kahvemden bir yudum daha aldım ve burada bulunma nedenime odaklandım.
Bu soğukta bu bankta oturma nedenim parkın merkezinde bulunan heykellerdi. Daire şeklindeki platformun üzerinde birbirine sırtını dönmüş üç güzel kadının mermerden bir heykeli vardı. Bu heykeli hangi heykeltıraşın yaptığını bilmiyordum ya da bir müzeye layıkken neden bu parkın ortasında bulunduğunu da... Ama burada oturup onları izlemek bana her zaman huzur veriyordu. Ne zaman üzgün, sinirli ya da hayattan yorulmuş olsam kendimi bu bankta onları seyrederken buluyordum. Aslında onları da sayılmaz, dikkatimi en çok çeken heykel şuan önünde bulunduğumdu. Heykelin lüle lüle, kıvırcığa yakın saçları omuzlarından aşağı dökülüyordu. Alnını örten perçemlerinin altında büyük ve yuvarlak gözleri vardı. Heykeltıraş mermeri o kadar ayrıntılı işlemişti ki kadının uzun kıvrımlı kirpiklerini oturduğum yerden görebiliyordum. Heykelin burnu günümüzün güzellik standartlarına uymuyordu ama yüzüne uyan onu daha çekici gösteren bir burnu vardı. Yuvarlak, dolgun dudakları solgun mermerde bile sıcak- canlı- görünüyordu. Zarif ve uzun görünen kadının üzerinde Helenistik bir elbise resmedilmişti. Beni heykeltıraşın gerçek bir kadının heykelini yaptığı fikrinden uzaklaştıran şey heykelin omuzlarının üstünden yükselen büyük kanatlardı. O kanatlardaki her biri tüyü görebiliyordum. Mermer olduğunu bilsem de dokunursam yumuşak tüylerini hissedebileceğim illüzyonuna sahiptim. Heykelin ayaklarının yanında bulunan kuşlarda bir o kadar usta bir elden çıkmıştı.
Benim favori heykelimin sağındaki heykelde onun kadar güzeldi. Ama yüzünde daha keskin hatlara ve badem şeklindeki gözlerinde sert bakışlara sahipti. Yüzünün sert olduğunu düşünmem başından çıkan kıvrımlı boynuzlardan da olabilirdi tabii. Yüzünü yumuşatan tek şey küçük burnu ve minik gülümsemesiydi.
Solundaki heykelin düz uzun saçları bir elbise gibi vücudunu örtüyordu. Kapalı gözleri ve huşu dolu ifadesiyle evrenden soyutlanmış gibi duruyordu. Elindeki kılıcı olmasa aralarında en yumuşak başlı görünenin o olduğunu söylerdim.
Bulunduğum sessizlikte yankılanan sert ve telaşlı adımları duyunca sesin geldiği yöne döndüm. Yakın arkadaşım Eren'in hızla bana doğru geldiğini görünce ayağa kalktım.
"Abi seni kaç kere aradım biliyor musun? Arada şu telefonuna bak be, derse geç kalacağız! Valla Mehmet Hocadan sonra derse girersek gözümüzün yaşına bakmadan dersten bırakır bizi. Seneye de bu dersi almaya hiç niyetim yok."
Montumun cebinden telefonumu çıkarıp kilit tuşuna basınca Eren'in beni üç kere aradığını gördüm gördüğüm diğer şeyse derse yirmi dakika kaldığıydı. Telaşla Eren'e döndüm. "Dalmışım saatin nasıl geçtiğini fark etmedim. Bittik biz yetişemezsen beşinci devamsızlığımız olacak!"
Eren "Ve hala burada dikiliyoruz." Diyerek beni kolumdan tutup koşmaya başladı. Kahve bardağımı alıp atmaya bile fırsatım olmamıştı. Son anda duraktan ayrılmak üzere olan otobüse yetişip kendimizi içeri attık. İkimizde hem soğuktan hem de koştuğumuz için kıpkırmızı olmuş ve nefes nefese kalmıştık. Ama yetiştiğimiz otobüs sayesinde Doçentten daha önce sınıfa girmeyi başarmıştık. Hoca slaytını açmak için bilgisayarı ile uğraşırken imza listesi bize ulaştı. İmzamı atarken bu gereksiz imza için bu kadar telaş yaptığımızı düşündüm. Hoca istediği slaytı bulmuş olacak ki sözlerine başladı. "Bugün ki konumuz 'Gotik Sanatının Heykellere Yansıması'. Mimari yapılar genellikle inşa edildikleri dönemden ve kültürden izler taşır. Gotik heykeller 12. Yüzyılın ortasında Fransa katedrallerinin duvarlarının yapımında ortaya çıkmaya başladı. Bu dönemlerde çok fazla sanat akımı ortaya çıktı. Mozaikten duvar resimlerine kadar birçok sanat dalı gelişim gösterdi. Mimari öğelerde aynı şekilde gelişti. Sütunlar, kolonlar, duvarlar, binaları süsleyen heykeller... Nitekim sanat göreceli ve her zaman dayatılmış güzellik algısını yansıtmıyor. Gargoyle bunun en somut örneği. Garip görünümlü hatta çirkin sayılabilecek yaratıkların mimari yapıların duvarlarında yerini aldığı bu gotik mimari öğesine daha yakından bakalım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Kanatları
FantasyGüneş ışıkları kanatlarımdaki her bir tüyü okşayıp geçerken neşeyle kahkaha attım. Çiçek kokularını taşıyan ılık rüzgara eşlik ettim. Atina'nın taşlı yollarında konuşarak yürüyen kızların yanına indim. "Kaç milenyum yaşarsam yaşayayım en sevdiğim dö...