Kuruluştan ayrılırken üstümüzdeki tulumlara sıkıntıyla baktım. Vücudumuzu saran tulumlar geceye karışmamızı kolaylaştırmak için simsiyahtı. Kolay hareket etmemiz için tasarlanan tulumlar spor yaparken çok rahattı ama savaşırken bize en ufak bir koruma sağlamıyordu. Penthesilea ve Hippolyta'nın bire bir aynı olan tulumları benim için uygun değildi. Benimkinin sırt kısmında kanatlarımın rahatlıkla hareket edebilmesi için kocaman bir delik vardı.
Aklımdan geçenleri kızlarla paylaştım. "Bugün zırhlarımızı giymemiz gerekmediğine emin misiniz?"
Bir adım önümde yürüyen Hippolyta geriye dönerek bana baktı. Açıkken dizlerine gelen sarı saçlarını ona engel olmaması için örmüş, topuz yaparak sabitlemişti. Böylece sırtındaki kılıcını kınından çıkarırken sorun yaşamayacaktı. Büyük zümrüt yeşili gözleri, hokka burnu ve yay biçimli pembe dudaklarıyla çok masum bir yüz yapısına sahipti. Bu durum bende -benimle aynı güçte olmasına rağmen- onu koruma içgüdüsü uyandırıyordu. Yeşil gözleri endişeyle parladı. "Niye içinde kötü bir his mi var?"
Ona cevap veremeden Penthsilea araya girdi. "Hadi ama Myrina Kuruluş'a geri dönmek istemiyorum. Bir ihbar almadık. Sadece devriye gezeceğiz. İçimden bir ses sessiz bir gece olacağını söylüyor."
Aslında haklı olabilirdi. Üç kişilik devriye grupları her gece farklı bölgelerde devriye gezerdi ve bu gece yöneticilerin bizi görevlendirdiği bölge pek sorunlu bir bölge değildi.
Tess'in -Penthesilea'nın- konuşurken parmaklarını belindeki kayışa atkılı iki ağızlı baltasının kenarında gezdirdiğini gördüm. Bu da onun ya gergin olduğunu ya da sıkkın olduğunu gösteriyordu. Önüne düşen minik örgülerden birini kulağının arakasına koydu.
Omzumu silkerek "Siz bilirsiniz, ayrılalım mı yoksa beraber mi gezelim?" diye sordum.
Hippolyta "Önce görev bölgemize gidelim sonra karar veririz." Dedi. Tess kafasını sallayarak onu onayladı. Harekete geçeceğimiz anı belirtmek için sol elini havaya kaldırdı ve üçe kadar saydı. Demek gideceğimiz yere kadar yarışacaktık. Gülümseyerek Tess'in işaretini bekledim. Tess'in elini indirmesiyle koşmaya başladım. Kanatlarıma engel olmaması için tek omzuma kayışla astığım arbaletim şimdi koşarken bana engel oluyordu. İnsanüstü hızla koşarken arabaları ağaçları geçtim. Her şey bulanık bir şerit halinde görünene kadar hızlandım. Ama görev bölgesine ilk varan ben değildim. Tess benden önce gelmişti. Benim ardımdan da Hippolyta -Lyta- geldi. Tess'in çekik siyah gözleri neşeyle dolmuş dolgun dudakları zafer dolu bir gülümsemeye bürünmüştü. Kalkık burnunu havaya kaldırmış gururla bizi bekliyordu.
Arbaletime vurup "Sen buna dua et yoksa hayatta beni geçemezdin." dedim. Koşarken Tess'in önüme geçtiğini fark etmemiştim. Gözümü kısarak ona baktım. "Hile yaptın değil mi? Koşarken seni görmedim bile."
"Buna hile denemez. Koşarken aynı yoldan gelmemiz gerektiği söylenmedi." Gururla boynuzlarını okşadı. "Bunlar sayesinde farklı bir yoldan geldim.
Tess'in boynuzları ona bazı konularda avantaj sağlıyordu. Dengede bunlardan biriydi. Bu sayede binadan binaya atlayabiliyor, yüksekteki en ince ipin üzerinde dengesini kaybetmeden yürüyebiliyordu. Mızıkçılık yapacak değildim ama... Sırtımda katladığım kanatlarımı açıp esnetmek için silkeledim. Kanatlarımı çırparak yerden biraz yükseldim. "Neyse ki iki ayak üzerinde durmak pek benlik değil. Onu sizlere bırakıyorum."
Lyta kıkırdayarak "Geçen yüzyıllardan sonra bile çocuk gibisiniz. Hadi kesin atışmayı da etrafa bakınmaya başlayalım." Dedi.
"Peki ben kuşbakışı sokaklara bakınayım, sizde ayrılmadan gezinin. Bir olaya rastlamazsam birkaç tur sonra size katılırım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Kanatları
FantasiaGüneş ışıkları kanatlarımdaki her bir tüyü okşayıp geçerken neşeyle kahkaha attım. Çiçek kokularını taşıyan ılık rüzgara eşlik ettim. Atina'nın taşlı yollarında konuşarak yürüyen kızların yanına indim. "Kaç milenyum yaşarsam yaşayayım en sevdiğim dö...