"Bunun kaçıncı madde olduğu hakkında bir fikrim yok, ancak son madde olduğunu biliyorum.
Yani tüm o vazolar, kalem uçları, camlar, kemikler, telefonlar, dikiz aynaları, çerçeveler ve haliyle de bu kadar fazla şey kıran biri olarak rekorların altında kalan son maddem, kalbim.
Jeon Jungkook kalbimi bir anda kırdığında bir perşembe akşamıydı.
Bir toplantıdan erken ayrılmak zorunda kalmıştı, ona attığım damatlık fotoğraflarına cevap vermeyince sekretini aradığımda öğrenmiştim bunu. Başlarda endişeli değildim, yani tabii ki öyleydim ancak endişem Jungkook'un neden bir toplantıdan erken çıktığıyla alakalıydı. Karnı mı ağrımıştı yoksa başı mı, önemli bir telefon mu gelmişti, annesi miydi, ya da herhangi bir arkadaşına mı bir şey olmuştu?
Neden?
Hayatımın pek çok anında sorduğum bir soruydu.
Ancak Jungkook o akşam bana bir mesaj attı, tam olarak ne yazdığını unutmuyorum. Eve geliyorum, çok açım. O mesajı görünce rahatlamıştım, hemen kalkıp ona yemek ısıtmaya başlamıştım. Ayrıca kafamda Jungkook ile konuşacağım konuların listesi vardı. Damatlıklarımızdan tutun da düğünde kullanacağımız peçetelerin rengine kadar bir çok şey mevzu bahisti.
Ancak Jungkook eve gelmedi, anahtar sesini asla duyamadım, yemek soğudu ve peçetelerin rengine karar veremedik- zaten peçeteye de gerek kalmadı.
Jungkook'un telefonundan bir arama aldığımda saatlerce özür dileyeceği bir konuşma bekliyordum cevapsız bıraktığı mesajlarım ve aramalarım için, ancak telefonu açtığımda Jungkook'un özürleri yerine nazik sesli bir kadının benden hastaneye gelmemi istediğini duydum.
Dürüst olmam gerekirse, bunu ilk duyduğumda kadına bağırdım. Jungkook'a gazabımdan böyle kaçamayacağını söylemesini istedim ancak kadın yalnızca kusura bakmayın, dedi. Kusura bakmadım tabii. Ama telefon suratıma kapandığında da hemen hastaneye gidemedim.
Öylece evde oturdum. Sizi şaşırtabilir ama hiç ağlamadım. Sadece ne olacağını kestirmeye çalışırken kendi kendime neden, diyordum.
Neden?
Yaptığım ikinci bir şey abimi aramaktı. Beni hastaneye pembe pijamalarıyla götürene kadar sürekli iyi olacak diyordu ama şimdi de anlayacağınız gibi iyi olmadı. Kısmen yani.
Danışmadaki kadın bana Jungkook'un neyi olduğumu sordu. Ailesi, en yakın arkadaşı, erkek arkadaşı, kocası? Cevabım basitti. Hepsiydim ve böylece kadın beni polislerle dolu bir koridora, ameliyathanenin önüne götürdü.
Jungkook bir kaza yapmış. Emniyet kemeri takılıymış, hava yastıkları zamanında açılmış, hız limitini geçmiyormuş, alkollü ya da uykulu değilmiş. Bir suçu yokmuş, ancak arabası bir kağıttan yapılmış gibi bir kamyonun altında kalmış, ve söylediklerine göre direksiyon kilitliymiş.
Bunlar elbette bana yeniden neden, dedirtti. Ancak biraz oturup düşündüğümde bir cevap alamayacağımı biliyordum.
Söylemeliyim ki, bunun bir kaza olduğuna inanmak istemiyorum. Bir kaza için kimseyi suçlayamazsınız ve ben bunun için birini suçlamak istiyorum. Bu bir intihar olsaydı -belki de öyleydi, çünkü direksiyon kilitliydi- kendimi ya da bunu fark etmeyen herhangi birini suçlayabilirdim, bu Jungkook'un uykusuzluğundan ya da trafik kurallarına uymamasından kaynaklansaydı bunun için de Jungkook'u suçlayabilirdim. Ancak bir sincaba çarpmamak için koca bir kamyonu diğer şeride kıran şoförü de suçlayamıyordum, arabayı bu kadar dayanıksız yapan mühendislere de, o sincaba da, Jungkook'a da...