-1-

1K 53 23
                                    

(Gun N' Roses- This I Love)

Kaç saat olmuştu bilmiyordum. Artık saate bakmaktan yorulmuştum fakat sokakta hiç insan geçmediğine göre oldukça geç olmuştu. Son 3 yılı aşkın gelmediği gibi bu yılda gelmemişti. Bende balkonun soğuk zeminine oturmuş bir enayi misali onu bekliyordum. Oysa, bana birbirinden farklı bir sürü söz vermişti. Aklımda takılı kalan ve asla unutamadığım bir sözü vardı. Onu asla unutamıyordum.
"Hiçbir doğum gününde seni yalnız bırakmayacağım."

Bu sözleri bana verirken yüzünde güller açıyordu. Hayatımın en mutlu zamanlarını acıyla hatırlayacağımı o zamanlar hiç düşünememiştim.
Peki ne olmuştu bu sözlere?
Nasıl bir anda hepsi yok olmuştu?
Her şeyi unutmak bu kadar kolay mıydı ki?

Olmamalıydı.

Kendi içimdeki meraka hakim olamayarak saate baktığımda saat gece'nin 12'sini gösteriyordu. Artık beklemenin hiçbir işe yaramayacağını anlayıp oturduğum yerden ayağa kalktım ve odama yürüdüm. Dolabımın önüne geldiğim zaman hırkamı, anahtarımı, çakmağımı ve sigaramı alarak kapıya doğru ilerlemeye başladım. Botlarımı da giydiğim an, kendimi dışarıya attım.

Sessiz sokaklardan geçince ayaklarım onun evine doğru gitmeye başladı. Onun evine vardığımda odasının camına doğru baktım, kırmızı bir ışık yanıyordu. Boğazıma.bir yumru oturdu. Aklıma gelenin doğru olmamasını istedim fakat yine de bunun bir çeşit kendimi avutma biçimim olduğunun farkındaydım. Çünkü o kırmızı ışığını hep en özel gecelerinde kullanırdı. Kırmızı onun en sevdiği renk'ti, onun tüm unutulmaz anılarında kırmızı illa ki bir yerlerde olurdu.

Boğazımda bir yumru oluşmuştu. Uzun bir süre içimden bile tek kelime konuşamadım. Sanki, dilimi yutmuştum. Hızlı adımlarla onun evinin önünden ayrıldım. Haykırmak istiyordum. Güçlü bir şekilde bağırmak istiyordum fakat bunların işe yaramayacağını da biliyordum. İçimdeki acıyı ne bağırarak, ne de deli gibi ağlayarak çözebilirdim.

Sigara paketimden bir dal sigara aldım ve içmeye başladım. Sanki Dünya'dan kendimi soyutlamak istercesine kafama hırkayı çekiyor, kendimi gizliyordum. Hayır ona kızmıyordum, kızamıyordum. Sonuçta bu onun aşk hayatıydı. Onun hiçbir şeyi olmadan bana herhangi bir söz söyleme hakkı düşmezdi. Yine de keşke beş dakika bile olsa benim yanıma uğrasaydı. Bu kadar mı değersizdim, onun için?

Bu kadar mı kolay silinebiliyordu, onun için anılar?
Oysa, bizim de her anımızın bir kısmında kırmızı bulunurdu.

Bu kaçıncı içtiğim sigaraydı bilmiyordum ama pakette yalnızca iki tane kalmıştı. Gülüyordum bu acınası hâlime, ağlanacak hale gülmek bu olsa gerekti. Kendime acıyordum. Benim aşkımı çöpe atarak, beni tüm sıkıntılarımla yalnız bırakan biri için kendimi heba ediyordum ve bu çok acınası bir durumdu. Telefonum çalmaya başladı. Derin düşüncelerimin ortasında beni arayan kişiye baktığımda Minho olduğunu gördüm. Telefonu açtığımda, merhaba bile demeden öfkeyle konuşmaya başladı. Anlamadan, dinlemeden. Hep böyle oluyordu zaten.

"Neredesin sen?" Güzel bir soruydu. En azından merak içeriyordu.

Sesli bir iç çekmeden sonra ona cevap verdim. "Dışarıda."

O da tabiki hazırcevap bir insan olduğu için hızlıca cevap verdi. "Onu farkettim zaten aptal. Evine geldim yoksun. Hemen eve gel. Hem gecenin bu saatinde dışarıda ne işin var?" Ona cevap vermedim sadece soluklu nefes alışlar sergiledim. Bu içimdeki acıyı en iyi şekilde temsil etme yöntemiydi. Belki, Minho bir ümit beni anlarda derdimi dinler, diye düşündüm. Dinler miydi gerçekten beni? Anlar mıydı dertlerimi?

Bir anda yumuşak bir ses tonuyla, "Hem doğum günün için bir sürü abur cubur da aldık Jisung'la. Gelince ikinizinkini aynı anda kutlarız diye düşündük. Hadi lütfen, Felix."diyerek bana cevap verdi.

Ne kadar istemesem de onları kırmak istemediğim için "Geliyorum. Hadi üzerinden birkaç saat geçen doğum günümü kutlayalım. Anahtar camın önündeki kutunun içinde ben gelene kadar Jisung donmasın diye söylüyorum. Yoksa umrumda değilsin."diyerek güldüm. Karşıdan da kahkaha sesleri gelmişti. Jisung, nispet yapar gibi Minho'nun yüzüne gülüyor; Minho'da o sıra bana homurdanmayı ihmal etmiyoruz. Biraz daha gülerek aramayı sonlandırdık.

Oturduğum yerden eve gitmek için ayaklanmıştım. Karşı kaldırımda bir açık büfe olduğunu gördüğüm de biten sigaramı yenilemek için karşıya geçmiştim.

Büfe'den bir paket sigara ve bir soda aldığım sırada yüksek sesli müziği duymuştum. Büfenin arkasında bir parti mekanı olduğunu biliyordum fakat ilk defa gece vakti buradan geçtiğim için yüksek sesli müzik dikkatimi çekmişti. Kahkahalar ile eğlenen insanların sesleri yüzümde belirsiz bir tebessüme yol açmıştı.

"Burası geceleri hep böyle mi sesli olur?" diye kasiyere sorduğumda adam olumlu anlamda başını sallamıştı.

"Hep böyle. Eğer paraya o kadar ihtiyacım olmasaydı asla burada çalışmak istemezdim. Mecburen dayanıyoruz." Hüzünlü bir şekilde başımı salladım. Para konusunda sıkıntı çekmemem benim bu hayattaki en büyük avantajım olmalıydı.

Bana söylediği parayı ödeyerek büfeden dışarı çıktım. Alkol kokusu direkt tüm burnumua hücum ederken, bu kokudan nefret ettiğimin de farkına varmıştım. Aslında tek başına bu kadar kötü değildi ama onlarca insanın içtiği bir ortamda o kadar da mükemmel durmuyordu.

Parti mekanını merak ettiğim için büfenin arkasından yürümeyi tercih ettim. Yavaş adımlarla sodamı içerek arka tarafa geldiğim de buranın abartıldığı kadar da büyük olmadığını anlamıştım. İnsanları sırasıyla gözden geçirdiğim de bir beden, tüm vücut hatlarıyla dikkatimi çekmişti. Sarı saçları arkaya doğru taranmıştı ve boynunda biityordu. Bedeni müzik ile o kadar uyumlu duruyordu ki; ikisi bir bütün gibiydi. Yüzü bana döndüğü zaman bu kişinin kim olduğunu o an, yeni fark etmiştim.

O kişiye doğru pür dikkat baktığımda, nefes alışlarım düzensizleşmeye başladı. Kalbim göğüs kafesimi delecek şekilde atıyordu. O da sanki dünya donmuş gibi bana bakıyordu. Gözleri, gözlerimden kayıp tüm vücudumu incelemeye başladı. Yüzümü, kollarımı, incelmiş bedenimi, üstümdeki kıyafetleri ve elimde uzun süre takılı kaldı. İnsanları incelerken yaptığım bir dal sigarada uzunca gözlerini çekmemişti.

Kaşları çatılmıştı. Şok olmuş gibi yüzüme baktı.nBir an yanına gitmek için yürümeye başlamıştım ki kucağına doğru gelip oturan kadını görmemle, adımlarım yere çakıldı. O hâlâ, elimdeki sigaraya baksa da ben o yerden hemen uzaklaşmaya eve doğru çok hızlı adımlarla yürümeye başladım.

***

Botlarımı çıkarıp eve yıkık bir vücutla girdiğim zaman Minho'yu koltukta otururken gördüm. Saat sabaha doğru geliyordu ve hava az sonra aydınlanacaktı. Ona neden yatmadığını soracaktım fakat soramadım. Çünkü onlara geleceğim deyip, gelmemiştim. Başka insanlar, insan beni üzer iken, bende beni mutlu etmeye çalışan insanları üzüyordum.

Onu izlemeye başladığımı anlayınca bana dönüp, "Leş gibi sigara kokuyorsun. Kaç paket içtin bu akşam? Sana ne oluyor, Felix?Senin üstüne gelmemeye çalışıyorum ama senin için endişeleniyorum. Telefonda kötü olduğunu fark etmediğimi mi düşünüyorsun? Sırf Jisung, senin için üzülmesin diye birşey belli etmedim ama farkındayım, Felix."

Çok haklıydı. Onları gereksiz yere endişelendirmeye hakkım yoktu. Ona gülümsemeye çalıştım ama gülümsememe izin vermeden, "Sakın gülümseme, Felix. O sahte gülümsemelerini herkes yer ama ben asla yemem."diyerek beni susturdu. Başka birşey yapamayacağını bildiğim için koşarak ona sarıldım ve ağlamaya başladım. Kendimi güçsüz ve zavallı görüyordum. Belki de öyleydim.

Minho, sırtımı sıvazlayarak bana sıkıca sarıldı. Bir eliyle sırtımı sıvazlıyor, diğer eliyle saçlarımı okşuyordu. Bana neler olduğunu soruyordu ama anlatamıyordum. Dilim varmıyordu. Ona anlatmaktansa sadece sessizce sarılmayı tercih ettim. Böylesi herkes için daha iyiydi.

∆∆∆


Kitabın ilk bölümünü beğendiniz mi?

elpida • hyunlix (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin