Güz döneminin başları gelmek üzereydi. Nedendir bilinmez içimde bütün insanlara karşı ufak bir öfke parçası vardı. Bu öfkeyi keşkelerimle söndürmeye çalışıyordum bencil hislerle neden ben dercesine. Belki de her zaman yaptığım bir şeydi bu kim bilir. Kendimi bildim bileli neşeli ve zeki biri olarak anılırdım. Belki de şansımın yaver gitmesindendir hayatım boyunca akademik anlamda bir sürü başarı edindim , bir sürü ödül kazandım hatta ödüllerim o kadar çoktu ki bir yerden sonra değerli annem ödüllerimi koyacak bir yer bulamayıp eskicilere vermeye başlamıştı. Bu anıları hatırlamak kendimi o kadar güzel hissettiriyordu ki bir an olsun geçmişte yaşanan olaylardan uzaklaşıyordum , kendimi değerli annemle çayırlarda koştuğum o güzel dönemlerdeymiş gibi hissediyordum. Derin nefeslerimdeki kaygı , kırgınlık, bulanıklık bir anlığına olsun yok oluyordu.
Bu günlüğü yazmamın amacı da hayattaki keşkelerim yerine iyikilerime odaklanmaktı binevi nefesimdeki bu iğrenç hisleri kendimden uzaklaştırmak , hayata yeni bir sayfa açmaktı amacım. Ne kadar başarılı olur bilmem ama denemekten zarar gelmez diye düşünüyorum. gel gelelim merak ettiğim soruları sanki karşımda birisi varmışçasına sormaya. bundan sonraki sayfaları okursanız bana deli diyebilirsiniz ama artık kaybedecek bir şeyim yok , zati bu aralar kendimi kaybetmek dışında her şeyi kaybetmiş gibi hissediyorum . Siz hiç kendinize acıdınız mı hayatınız boyunca ? Hiç kendinizi kaybettiğiniz hissine kapıldınız mı ya da 4-5 yaşlarınızdaki o çocuk silüetinizin size bakıp ağladığı rüyalar gördünüz mü ? ben hep bu lanet olası olayları yaşıyorum . O yarım kalmışlık hissi , her gece rüyalarımda akciğerlerime dolan o yangın kokusu... belki de bunlar beni bu tarz düşünceleri itiyor . Bunu da bilmiyorum.. Ne kadar salağım değil mi ? Hiç bir şey bilmiyorum hem de hiç. Kendimi sürekli kaybetmişlik hissiyle boğuşup dururken buluyorum ve sanki bataklıktaymışım gibi daha çok dibe batıyorum her hafta, her gün, her saat...
Günlüğümdeki iki üç satırı karaladıktan sonraki 2.hafta
Bu gün Emine Teyze'nin beni zorla kaydettirmeye çalıştığı okuldan bir zarf ulaştı elime. Kağıt bilerek eskimiş görüntüsü verilmişti. Bunu fark ettikten sonra tebessüm ettim , Bir insan neden zaten eski olan bir kağıda böyle bir süsleme yapma gereği duyar ki ne saçma. Yalnız önünde bulunan ,muhtemelen okulun kendi armasının bulunduğu, mühür baya fiyakalıydı. Hızlıca açtım bir yanım kazanmamı isterken diğer yanım kazansam bile hayatımın büyük bir bölümünün talihsiz bir şekilde değişmeyeceğini farkında olduğu için kararsız ve bipolar duygular içerisindeydim. Kağıdı yavaşça açtım ve okumaya başladım. Okulu kazanmıştım hem de tam burslu. Mutluluk verici bir haber olması gerekiyordu ama ben mektup elime ulaştığından bu yana bedenimde ne bir mutluluk kırıntısı hissetmiştim ne de bir heyecan. Bence ben de net sosyopatlık var bence bipolarlıkta var hatta şizofrenlikte olabilir velhasıl kelam borderline da olabilirim bilemiyorum. tam kendi kendime espriler yaparken Kapının alacaklı gibi çalmasından irkildim , hızlıca kapıyı açtım. Gelen Emine Teyze'idi. Bu arada Emine Teyze benim annemin en büyük ablası olur. O zamanlar büyük babamın 3 adet karısı olduğundan mütevellit daha nice teyzeye sahibim ama içlerinden tek hayırlısının Emine Teyze olduğunu söyleyebilirim. En azından manipüle edilmeye yatkın , fazla iyi bir insan hem de anlaşılması kolay. Benimle ilgilenmesini istediğim yegane insan olması onu benim gözümde paha biçilemez biri yapıyor.
Emine Teyze: Bakıyorum kazanmışız okulu bu gün bana mesaj attılar. Maalesef Pazardaydım, kendimi kaybetmişim. Farkında olmadan herkes kıtlıktan çıkmış gibi saldırıyordu ürünlere. Tabi Emine Teyzen durur mu o da savaşçı miferini kuşanıp daldı kalabalığın arasına , yarı fiyatı düşmüş patlıcanlardan kasa kasa aldı. Bir kaç gün sadece patlıcanla beslenebiliriz ama olsun yine de değer diye düşünüyorum.
Emine Teyze az önce dediğim gibi hep şen şakrak biriydi sürekli dalgaya vururdu bir şeyleri. Ona teşekkür etmeliyim çünkü Eniştemle birlikte annemle vedalaştıktan sonra bana oğulları gibi bakmaya başlamışlardı. Eniştem zengin bir iş adamıydı. Ne iş yaptığını detaylıca bilmiyordum iyi para kazanıyordu. Fakat asla zaruri masrafa tahammülü yoktu. Hep ucuz ve kaliteli ürünler aldırır gereksiz harcamalardan, pahalı markalardan yakınırdı. Ama şuanda benimde oturduğum evimiz , sarayları andıran bir yerdi. Büyük odalar, geniş bahçeler , altın varakla merdiven korkulukları, pahalı mücevherlerle donatılmış süslemeler, avizeler... ne zaman amcama amca sen pazara dahi karını gönderen birisin buna rahmen böyle bir evde yaşıyorsun. Emine Teyzeme yazık değil mi diye sorsam hep ''o hep en iyisini seçer. Ben başka birinin pazarda Teyzen gibi bir performans sergileyeceğini düşünmüyorum. '' derdi. Teyzemde okumuş bir insandı çok iyi üniversitelerde yüksek lisans yapmış , kendini işletme alanında geliştirmiş, Yurtdışı görmüş biriydi. Eniştemin de ondan aşağı kalır yanı yoktu. İyi üniversitelerde okumuş , iyi bir iş sahibi olmuş , kısa zamanda da yükselmişti. Ama cadaloz bir kızları vardı ve bana miras kalmayacağını da biliyordum. Bu yüzden ne bu eve ne de bu aileye ait hissedebilmiştim kendimi. Hep dış kapının dış mandalı olarak yaşayacaktım. Bu kötü bir şey miydi ? Tabiki hayır. Sarayda yaşıyorum amına koyayım bundan iyisi mi var. Dış kapının dış mandalı olmak önemli mi sizce böyle bir evde mükemmele yakın bir hayat sürerken ?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kül Parçası
Teen FictionSimurg adındaki bir çocuğun annesinin ani ölümünün ardından psikolojik sorunlarla boğuşup aynı zamanda kendini iyi görmeye çalışmasını konu alıyor. Bunun yanında burslu şekilde şehrin en prestijli kolejini kazanan Simurg belki de hayatındaki en köt...