Bölüm 14

4.9K 294 30
                                    

Arkasından kapanan kapıya baktım bir süre. Geri gelmeyeceğini biliyordum. Değişen ruh hâlinin ve tavırlarının bir anlamı var mıydı? Bilmiyordum. Kitapta kaldığım yeri işaretleyip odama geçtim. Kitabı yatağın üzerine atıp kendimi de  bıraktım. Gözlerimi tavana diktim öylece. Kapımın tıklatılmasıyla uzandığım yerden dikildim.

"Evet?" Çalınan kapılara böyle cevap verilmemeliydi, büyük ihtimalle.

"Bella, yemek hazırmış!" Chip'in çocuk sesi kulaklarıma ilişti.

"Geliyorum," diye seslendim ve popomu asla istemeyerek yataktan ayırdım. Adam bu kadar huysuzken odamdan çıkmak istemiyordum.

Anlaşılan o da istemiyordu. Sofraya gelmemişti. Yemeğin ortasında kapının açılıp kapandığını duyduk. Bayan Potts sanki yanlış bir şey yapmış gibi panikledi. Nereye gittiğini söylemeden, gidiyorum bile demeden çekip gitti müstakbel eşim.

Bayan Potts masayı toplarken Chip ile ufak bir münakaşaya girdik. Erkek çocukları ve onların oyunları.. kesinlikle bana göre değildi. Koşuyor, zıplıyor, amansızca sesler çıkarıp gürültü yapıyor ve sonra kahkahalara boğuluyordu. Bulaşıcı kahkahası beni de güldürse de neye güldüğümü çoğu kez bilmemiştim. Kafamda Adam'ın huysuz suratı, kulaklarımda kapanan kapının sesi ile akşamı gece edip kendi odamda bir başıma sonlandırdım geceyi.

Gecenin bir vakti kütüphanenin kapısının kapanma sesi ile uyandım. Baş ucumda duran saat henüz aydınlanmamış havanın güneş ile buluşmasına 2 saat kaldığını gösteriyordu. Uykuyu üzerimden tamamen atamamıştım ki yere düşen iki veya daha fazla kitabın çıkardığı tok bir ses ile yatağımda doğruldum. Çıplak ayaklarımı yerle buluşturup sessizce odamdan çıktım.

Kütüphanedekinin o olduğunu biliyordum. Eve ne zaman geldiğini merak ediyordum. Nerede olduğunu, kiminle olduğunu. Bunları sorabilecek sorgulayabilecek biri olduğuma inanıyordum. Belki de değildim. Uykuluydum ve mantıklı yanım henüz uyanmamıştı.

Ayaklarım beni kütüphaneye sürükledi. Kapıyı çalmadan yavaşça aralayıp içeri göz attım. Adam'ın sallanan ayağını görebiliyordum. Sırtını koltuğa yaslamış, yere oturmuştu. Tek ayağını hızlı bir şekilde sallıyordu. Kapıyı iyice açtığımda elindeki tableti ve yüzüne vuran ekran ışığını gördüm. Saçları açıktı, darmadağınıktı. Yan profilden görebildiğim kadarıyla inceledim yüzünü. Çirkin olmaktan çok uzaktı. Bakışlarım, üst bedeninden tableti kavrayan ellerine kaydığında parmak eklemlerindeki kurumuş kanları gördüm. Soluğum bir düğüm gibi oturdu boğazıma.

"Adam?"

Bakışları adete yavaş çekimde ekrandan uzaklaşıp benimle buluştu.

"Uyumadın mı?"

Odaya doğru bir adım atıp kapıyı arkamdan kapattım. "Uyudum, uyandım. Sabah olmak üzere."

Hiçbir şey demeden suratıma bakmaya devam etti. Neredeyse rahatsız edici bir boşlukla.

"Adam?"

"Neden buradasın?"

"Sesini duydum. Sana bakmak istedi-"

Boğazından yükselen yoğun bir kıkırdama ve onu takip eden derin nefes verişi odayı doldurdu. Bakışları artık üzerimde değildi.

Cümlemi bitirememek bir yana, ilgisini de kaybetmiştim anlaşılan. Çatılan kaşları ile ekrana bakmaya devam etti.

"Adam, neredeyse güneş doğacak."

"Ve?"

"Ve bu kütüphanede ne yaptığını merak ediyorum." Ya da dışarıda. Her neredeydiysen işte.

"Öğretici videolar ile sabahlıyorum. Asıl sen burada ne yapıyorsun, Bella?"

Kütüphaneden bahsettiğine dair şüphelerim vardı.

"Ellerinde kan var."

"Benim kanım değil," derken omuzlarını silkti.

"Ne?"

Tableti koltuğa atarken bana neredeyse arkasını dönmüştü ki göremesem de nefes veriş şekli gözlerini devirdiğini düşünmeme sebep oldu.

"Benim kanım değil, dedim. Video keyfimi kaçırdığına göre... daha çok eğlenebileceğim bir fikrin var mı?"

Ayağa kalkmış, çarpık gülümsemeyiyle yüzüme bakıyordu. Ben ise ne zaman bilmediğim adımlar atmış, artık odanın tam ortasında, ona yakın duruyordum.

"Ben-"

Mesafeyi alt bedenini hiç kımıldatmadan, sadece kollarını uzatıp beni sararak kapattı ve göğüslerim, sert göğsüne yapıştı. Bir eli kavradığı kolumdaydı, diğeriyse belimde.

"Adam, bırak beni."

Hayır, rahatsız olmamıştım. Sıcaklığı güzeldi. Doğaldı. Olması gereken, hissetmem gereken bir şeymiş gibiydi. Ve tehlikeliydi. Kendi koyduğum kurallara uymamı zorlaştıracak kadar tehlikeliydi.

Beni bırakmadı. Burnu boynumdan, kulağıma doğru yukarı sürtünürken ciğerlerini derin bir nefesle doldurdu.

"Adam-"

"Bırakma, de," diye fısıldadı saçlarımın arasından kulağıma. Sesi, dokunuşu, her şeyi bedenime hükmedecek bir etkiye sahipti. İrademin kırıntılarına sığındım.

"Adam, bırak beni."

Benden uzaklaştığında yüzünde o yamuk gülüşü vardı. Alkol kokusuna karışan teninin kokusu, burnumu kaşındırıyordu. Daha çok, daha çok istiyordum.

"Ağzımda tadın varken kokundan uzak olmak... işkenceden beterdi, güzel." Hiçbir şey söylemediğimde —söyleyemediğimde— devam etti. "Bırakma demeni tercih ederdim. Ama demeyeceksin. Demeyeceksin, değil mi?"

Başımı salladım. Demeyecektim. Dememeliydim.
Demek istiyordum.

"O zaman sana iyi geceler, Bella. Gerçi sanırım güneş doğuyor, ha?"

Ben arkasından bakarken o çoktan çıkmış, kapı ardından kapanmıştı bile. Birkaç saniye, belki de dakika kapalı kapının ardını görebilirmişçesine baktım. Daha tam doğmamış güneşin aydınlatamadığı odadaki tek ışık koltuğun üzerindeki tabletten geliyordu. Kendimi silkeledim. Burada böyle dikilmemin hiçbir yararı yoktu. Tablete doğru yönelip  artık her ne açıksa kapamak adına elime aldığımda uykum tamamen açıldı.

Adam öğretici bir video ile sabahlamaktan bahsetmişti. Adam... porno izliyordu. Ve ben gelmeseydim... tanrım.

Ekranı kitleyip kılıfını kapattım ve koltuğun üzerine, onu bıraktığı yere hiç ellememiş gibi bıraktım. Gördüğümü bilmesi... yalnızken ne yaptığını bildiğimi bilmesi...

Müstakbel kocamla başım dertteydi. Hem de çok fena.

Sizi çok beklettim diye bugün bu güzelliği yapıyorum :) umarım yeni bölümü çok beklemeyiz, parmaklar çağrazzz

Çirkin Güzelliği (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin