La marrie

4 2 0
                                    


Deniz pürüzsüz. Büyük bir tepeden uçurumun ta dibinde uyuklayan yelkenliye bakıyordum. Beyaz yelkenleri hareketsiz ve mutlu görünüyordu. İçimi aniden bir huzur kaplıyor, ardından çimlere uzanıp yüzümü göğe dönüyorum. Güzelim toprak ruhumu ısıtıyor, kapalı gözlerimde milyonlarca parlak ışık oynaşıyordu. Uçurum üç adım ötemde, baş döndürücü bir derinlikte. Bu amansız canavarın gösterişliğinden olmalı ki üstünde bulunduğum çimden tahtım hafifliğiyle havada asılı duruyormuş gibi geliyordu. Kapri baharında açmış çiçeklerin kokusu ufak bir ninni söylemeye başlıyor, gündüz yavaşça uykusuna dalıyordu. Duyduklarım ve gördüklerim gözlerimde heyecanın yansıması olarak yerini alıyordu. Yarım ayın doğuşuyla annemin bahsettiği takım yıldızlarından orkestramızı kuruyor, ayın beyazlığını elmasın parlaklığıyla yıkıyor, griyle dikip gelinliğimi hazırlıyordum. Toprağın narin dokusunu bir çobanının hasreti gibi selamlıyor ona sıkıca sarılıp içten içe kokusundan bana bahşetmesini diliyordum.
Kemanın kopuk telleriyle parmak uçlarımda gündüzü örüyor ucuna taktığım boncuktan güneşi küçük bir çocuğun en sevdiği oyuncağı gibi denizde sallayıp gülümsüyorum. Hafifçe salınan güneşin gözleri yavaşça karanlığa doğru yol aldı. Bir ayyaşın adımlarında nükseden melodinin sarhoş kelimeleri boynumdan yakaladı, hızla tenimden kanıma işledi. Elimde tuttuğum ince zarif bardaklar ağzına kadar şarapla doluyor kanlı bir ay gecesini repertuarımıza ekliyordum. Ritmini sen buluyorsun kalbimi ben yansıtıyordum. Ve bu hep böyle devam ediyor. Pegasus'un notaları ben oluyorum. Bir duygunun ortasında, kar tanesinin yağmur damlasına gök yüzünde yakalanması gibi ansızın eriyip gidiyorum. Sonra başka bir notada Anka kuşu gibi yeniden canlandığımı hissediyorum. Pegasus'un telleri ya kafamdan yakalayıp bedenimden ayırıyor ya da kopan parçalarımı özenle dikiyor. Her defasında yeni bir şey katarak bütüne yaklaşıyor ama hiç bir zaman tamda buluşamıyorum.
Eksik olan parçanın sende bittiğini bir şekilde duyumsuyorum. Ama yaklaşabilecek gücü kendinde bulamıyorum. Gelinliğimi süzdüğüm bu boşluk başımı döndürmeye başlıyor. Karanlık gittikçe yoğunlaşmaya başladığında özenle dizdiğim bu tuğlaların ardında ışığa olan ihtiyacım artıyordu. Gelen misafirlerin fısıltılarına korku eşlik ediyor hızla yayılıyor ve yayıldıkça daha da yükseliyor. Pegasus'un kanatları altına sığınıyorum.
Yeni bir ezgi telleri yeniden oynatıyor. Ufak bir köy gezintisine çıkan yolcular anlamsızca etraflarına bakınıyorlar. Kilisenin ufuktaki görüntüsü çok azının gözüne çarpıyor. Kasvetli evlerin sarı ışıkları görebildikleri tek aydınlık. Renkli kavalcının fareleri ona bu masalda eşlik etmemiş yerine kayıp bir siluet

yerleştirmişlerdi. Parmaklar hareketlerini sonlandırdıklarında illüzyonun şaşkın gözleri ait olduğu yere geri döndü. Kimisi gördüğü aydınlıktan bir parça çalmış olmalı ki boşluğun, karanlığa olan sevgisinin azalmasını açıklayabilsin.
Aniden açılan kapılar yüzümde bir tebessümü canlandırıyor anlam veremediğim bir sıcaklık tarafından sarılıyorum. Adımların bizi uyandırıyor. Tüm fısıltıları dindiriyorsun. Kendinle birlikte getirdiğin ışığa heyecanla bakıyorum. Hafifçe öne eğdiğin başın ellerini harekete geçiriyor bana aşkı sunuyor.
Her şeye rağmen içimde bir boşluk, bir tehlike seziyorum. Ardından büyük bir gürültü, koca bir telaş. Akıp giden kırmızı şaraplar, kırık kadehlerin keskin parçalarını tenimize sürtüyor. Kapının ardında yeni bir siluet, hiç tanımadığım. Yanımda olmana rağmen duymadığın bu karanlık bize sesleniyor. Haber vermek istiyorum. Ama gözlerini alamıyorsun. Sana doğru yaklaşıyor ellerini geri çekiyorsun. Bana sunduğun sevgi iken ona aşkı sunuyorsun. Şimdi anlıyorum. Parlaklığıyla övündüğüm gelinliğim her köşesine kandan bahsediyor.
Ve beni terk ettin...
Yavaşça açılan gözlerim güneşin ışıklarıyla birlikte kamaştı. Beyaz yelkenli hala aynı yerinde. Çimlerin ıslaklığı sırtıma geçmiş. Umursamıyorum. Yana attığım elimde ufak bir sertlik uyandı. Düğün davetiyenin sol köşesinde bir yeşillik. Gözlerimi yeniden kapattım. Bu, bir şekilde sürükleneceğim kaderin parçasıydı. Böyle daha iyiyim. (Kendime yalan söylüyorum.) Yavaşça uzaklaşıp gidenler de ne böyle? Sanki yokmuşum gibi hissettiriyor. Kayboluyorum. Kimse ardımdan bağırmıyor. Uzanıp yetişemediğim binlerce kül. Neden ben kokuyor? Nerde şimdi kalbimin çarptığı yer? Nerede tüm acımı sakladığım yer? Başka bir kalp için mi atıyor? Oysa hiç benim olmamıştı, neden bu kadar çok yakıyor! Aşkımın doğduğu ve öldüğü yer nerede? Sen benim için bir ilktin. İlk körlüğüm. Sana her şeyi feda ettim. Kendi ellerimle verdim. Hayatımın en güzel sahnesini senle paylaştım. Ve senden çok şey öğrendim. Bizimki sahnenin en zor kısmıydı. Aşkımı keşfedemeyişin...
Nerede tüm acını sakladığın yer? Kalbinin çarptığı yer? Aşkının doğduğu yer nerde? Hayatının en güzel sahnesinde kim eşlik ediyor sana?
Sana olan aşkımdan habersiz seven ruhun, güzel bir kadının etrafında dönüyor. Sana seslenemiyorum. Anlatamıyorum. Oysa hizmetimde olanlar sadece aciz kelimelerden ibaret. Eğer kullanabileceklerim sözcüklerin zavallılığı değil de güçlü bir orkestra olsaydı bütün bakır üflemelileri kükrercesine çalardım. Belki o zaman sana bir şeyleri duyurabilirdim. Artık düzenbaz yaylıları istemiyorum. Sahtekârların parmakları altında titreyen tellerin çıkardıkları nazik mırıldamalardan nefret ediyorum. Sana olan düşlerimi hatırlatıyor.

Nefes! Benim istediğim nefes! Nefesim en dar çatlaklara sızacak kasırga bense; rüzgar altında okyanusa savrulan kopuk parçalarla pegasus'un dokunuşunu bekleyen aciz yaylılardanım. Her şeyin sonunda elimdeki davetiyeye bakarken hislerimi de kaybediyorum. Tüm kızgınlığım, fedakarlığım, sevgim uçup gidiyor. Ve ben yeni fark ediyorum. Önce kendimi, her zaman önce kendimi sevmem gerektiğini...

Senfoni Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin