30 Aralık 1960
Amsterdam, HollandaBitap düşen bedenimi soğuk yatağım sarmalarken Sophie ve Albert yorgunluğum yüzünden deliksiz bir uyku çekeceğimi düşünmüştü. (Bu düşüncelerinde haksız değillerdi elbette.) Zihnimde beliren onlarca düşünce beni uykunun tatlı kollarına bırakmamakta ısrarcıydı. Arkamı dönüp gözlerimi yumduğumda Albert da ortalığı toplayıp uyumak için yatağına girmişti.
Zihnim yorgunken dışarısı dikkatimi çekti bir anlığına. Gökyüzünde gece mi gündüz mü olduğu seçilmiyordu. Günün en sevdiğim vaktiydi. Belirsizdi. Kaç saattir uyumuyor, düşüncelerime esir oluyordum böyle. Neredeyse sabah olacaktı. Seninle bu kısa zaman diliminde oturup yeni güne doğan güneşi izlemek isterdim. Düşüncelere dökemediğim sayısız istekteğimden yalnızca biriydi bu.
Sabah olduğunda Albert odadan çıkmadan önce Milena beni kontrol etmek için odaya girmişti. Sophie gecenin bir yarısı ona olanı biteni anlatmış olmalıydı. Milena'nın elini saçlarımın arasında hissettiğimde kıpırdamamaya çalıştım.
"Gözlerini bu kadar fazla kırparsan beni uyuyor olduğuna inandıramazsın Baekhyun."
Arkamı dönüp gözlerimi açtım. Milena, sen hiç sahip olmadığım o annenin sıcaklığını taşıyordun bakışlarında. Meryem sana içten gelen kutsal duygularını bağışlamıştı, bundan emindim. Ellerin hala saçlarımın arasındayken dün gece ile ilgili hiçbir şey sormadın. Beni en iyi - bir tek - sen tanırdın Milena. Konuşamayacak kadar hassas olduğumun görüyordun, biliyorum.
"Bugün dinlenmek ister misin? Hasta olduğunu söyleyebilirim."
Hiç düşünmeden başımı salladım. Albert gittiğinde bu odada tek başıma kalmayacaktım, hayır! Düşüncelerim bütün bir gün benimle olacaktı. Bir başıma kalmamalıydım. Kendi sonumu getirirdi düşüncelerim. Dün kadının gidişini gözlerimle görmüştüm. Sevinmeli ve dün gece bıraktığım yerden devam etmeliydim oteldeki hayatıma.
"Pekâlâ, o halde gecikme."
(...)
Akşam yemeği vaktinde büyük salonda misafirlere sunum yaparken gözlerim hep seni aradı. Yoktun. Şu sıralar öğünlerini de dışarıda mı yiyorsun? Amsterdam sokaklarında biraz fazla vakit geçmiyor musun? Bunun beni rahatsız etmeye başladığını hissediyordum.
Yemek sırasında her şey sorunsuzdu. Albert, Milena ve Sophie'nin bakışlarını bana verilen işi yaparken sürekli üzerimde hissediyordum. Dün geceden sonra bana ölümcül bir hastalığa yakalanmışım gibi bakıyorlardı âdeta. O kadar kötü mü gözüküyordum sahiden.
Bulaşıkları yıkarken temizlerin üzerine salondan gelen artıkların henüz üstünde olduğu kirli tabak ve bardaklar aniden bırakılmış ve bütün temizlenmiş olanlar yemek artıkları ile birlikte kirlenmişti. Yıkamak dakikalarımı almıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blackest Day
Fanfic1960 yılının aralık ayında Hollanda'daki bir otelde kalmaya başlayan ünlü yazar, sıradan bir otel çalışanın ona olan bakışlarındaki derinliği fark edememişti.