thirteen

1.1K 89 27
                                    

ben geldim! yıldıza basmayı ve bolca yorum yapmayı unutmayın lütfen. iyi okumalar perileri bolcaa 🧚

Barış, canının yandığını hissediyordu. Hiçbir zaman yanında olmayan, saçını okşamayan, tek bir güzel laf söylemeyen; hatta oğlum dahi demeyen babasının ölümüyle kimsesiz kaldığını hissediyordu. Acı, böyle bir şey miydi? Bırakmıyor muydu bir türlü insanın yakasını?

Peki ya insan, neden hep kendisine acı çektiren insana karşı daha büyük bir özlem duyuyordu? İçten içe neden affetmek istiyor, en ufak bir şey olduğunda üzülüyordu? Babası çok yakmıştı canını. Her şeyle suçlamış, yaftalamıştı. Şimdi neden üzülüyordu o zaman? Neden acı çekiyordu?

Kurtuldum demesi gerekmez miydi? Bitti, artık hayatımda moralimi bozacak hiç kimse kalmadı diye düşünemez miydi? Yıllar boyu babası Zahit Yesari'den kurtulmak için dualar eden, bela okuyan kendisi değil miydi?

O halde neden söylediği şeylerden ötürü büyük bir pişmanlık duyuyordu?

Yutkundu. Babasının mezar toprağını avuçlarının arasına aldı. Usulca bırakmaya başladı. Avuçlarının arasından kayıp giden her bir toprak; sanki Barış'ın babasıyla geçirmeyi içten içe umut ettiği güzel günlerin yaşanmadan kayboluşunu temsil ediyordu. 

Bilmiyordu. Anlam veremiyordu. Anlam verecek kafası da, sabrı da kalmamıştı. Tek istediği ağlamaktı. Gözünde gözyaşı kalmayana kadar, Fırat'ının omzunda deliler gibi ağlamak... Şu an ona iyi gelebilecek tek şey Fırat'tı. 

Artık bu dünya üstünde kendisine iyi gelecek tek kişi de Fırat'tı. 

Hayatına girdiği ilk andan beri hep yanındaydı. Belki biraz farklıydı ilişkileri, normal çiftler gibi değillerdi. Ama birliktelerdi işte. Kalpleri, ruhları birlikteydi. Mutlu olmak için yetmez miydi bu? Acının büyük bir parçası olduğu şu hayat denen illet şeyde mutlu olmak bu kadar basit miydi?

Elinden kayıp giden toprağa son bir kez baktı. Hayat bu kadar garipti işte. Bilemezdiniz. Nefretinizle, kırgınlığınızla bastırdığınız sevginizin karşılığının ölümle sonuçlanacağını tahmin edemezdiniz. Ne zaman ayrı düşeceğinizi, hiçbir zaman ellerinizin arasında olmayan bir insanın kayıp gidişini erkenden izleyeceğini bilemezdiniz.

Barış'ta bilememişti. Cahillik ilk defa mutlu etmiyordu.

Yutkunmak istedi, yapamadı. Boğazını sıkıyordu sanki görünmez bir el. Öylesine yakıyordu canını, acıtıyordu ruhunu... Konuşturtmuyordu. Ağlatmıyordu. Öylece boşluğa daldırıyor da sesinin çıkmasına izin vermiyordu.

Dizlerinin üstüne çökmüştü, ayağa kalktı. Fırat onu hiç yalnız bırakmamıştı. Yanındaydı. İşi değildi önemli olan. Eğer Barış zor durumdaysa, kaba tabirle siktir ederdi her şeyi. Öyle de yapmıştı. Asla izin kullanmayan Fırat Bulut, sevgilisi Barış Yesari için yıllık izne ayrılmıştı. Uzun bir süre yalnız kalmasını istemiyordu.

Sevgilisinin dolu gözlerle kendisine bakışını izledi. İçi titredi, Fırat'ın. Barış'ı ilk defa böylesine üzgün görüyordu. Acılı, yıkılmış... Ruhtan farksızdı. Yutkundu. Sevgilisinin yutkunamadığını anlar anlamaz ise kendisi de durdu. Ona acı veren hiçbir şeyi yapmayacaktı. 

Barış'ın zar zor dudaklarını aralayışını ve titreyen sesiyle içine işleyişini izledi. "Kurtar beni." Fırat, kollarını iki yana açtı. Sevgilisinin usulca yanına yaklaşışını ve göğsüne sinişini izledi. İki kelime nasıl da işlemişti içine öyle... Nasıl da yakmıştı canını. Ömrü hayatı boyunca hiçbir iki kelime böylesine acıtmamıştı ruhunu.

Kollarını sevgilisinin beline sardı, parmaklarıyla okşamaya başladı. Gözyaşlarını hissetti, sol göğsünü ıslatan. Sıkışıyordu. Barış ağladıkça, iç çektikçe kendi ruhundan canının çekildiğini hissediyordu. Bir insan böylesine sevilir miydi?

Demek ki sevilirdi. Eğer o kişi Barışsa, dünya üstündeki, hatta başka evrenlerdeki herkesten daha çok, özel, güzel ve farklı sevilirdi. Barış, sevilmeyi hak ediyordu. Bunca zaman sevilmemişti. Sevgisizlik, paramparça etmişti adamın ruhunu. Fırat ise bu paramparça ruhu onarmak istiyordu.

"Ağla," dedi yumuşak çıkan sesiyle. "Ruhunu terk edip gitsin tüm acıların." Barış'ın ağlaması şiddetlendi. Fırat ise yumuşak saçlarını okşamaya başladı. Böyle bir zamanda yanında olmayacaktı da ne zaman olacaktı yanında? 

Düşündü. Adamın başı ilk defa ağır geliyordu göğsüne. Acılar ağırlaştırıyordu da ruhu; değer verenden başkası bu ağırlığı fark etmiyordu bile... Bu ağırlığa rağmen, Barış'ın gözyaşlarının sol yanına akmasını ve adamı terk edip gitmelerini istedi. 

Fırat güçlüydü. Ailesinden yana Barış gibi çok büyük sıkıntılar çekmemişti. Bilirdi, Barış'ı çektiği acılar daha güçlü yapmıştı ama savunmasız kaldığı ilk an o gücü silip atmıştı. Fırat, Barış yeniden güçlenene kadar onun acılarını kendi üstüne almak istiyordu.

"Nereye gidelim istersin?" Barış, başını ayırdı Fırat'ın göğsünden. Nereye gitmek istediğini bilmiyordu. Sadece Fırat'ın yanında olmalıydı. Aksi halde atlatamazdı. 

Küçük bir çocuk gibi omzunu silkti. "Bilmiyorum, sadece senin yanında olmak istiyorum." Fırat usulca gülümsedi. Sevgilisinin ellerini tuttu. Birisinin görüp görmemesi zerre umurunda değildi. Şu an umurunda olan tek şey Barış'ın kendisini iyi hissetmesiydi. 

Sevgilisiyle sahile geldiklerinde denizi gören banka oturdular. Barış, başını Fırat'ın omzuna yasladı. Kapattı gözlerini. Babası artık yoktu, ama Fırat vardı. Hâlâ onun yanında olan birisi vardı işte. 

Ya Fırat'ta olmasaydı? 

Yutkunamadı. "Fırat," dedi güçsüzce. "Beni tek başıma kurtulmak zorunda bırakmazsın, değil mi?" Fırat, sevgilisine döndü. Olumsuz anlamda başını salladı. Bırakmazdı. Kendi isteğiyle asla bırakmazdı Barış'ı. Önüne geçemeyeceği tek bir şey vardı, o da ölümdü. Onun dışında sevgilisini bırakıp nereye gidecekti ki?

"Son nefesime kadar yanındayım, Barış." Barış gülümsedi. Fırat ise sevgilisine destek vermek için araladı dudaklarını. Bakışları ise denizin maviliğini buldu.

"Acı çekmek..." dedi düşünürcesine. Doğru kelimeleri arıyor gibi bir hali vardı. Herkesle acımasızca konuşan Fırat Bulut, sevgilisinin kırılmaması için özenle seçiyordu kullanacağı kelimeleri.

"Hayatımızın bir parçası," dedi sevgilisinin saçlarına bir öpücük kondurma gereği hissedip bunu gerçekleştirirken. "Olgunlaştırır insanı. Büyürsün. Öğrenirsin. Bakış açın değişir, duyguların değişir... Ama yaşarsın, Barış. Daha sağlam yaşarsın."

Barış düşündü. Haklıydı belki, Fırat. Ama anlamadığı bir konu vardı. İçinden konuşmadı ilk defa. Kendisini tüm açıklığıyla anlayan okyanus gözlerin sahibi adama sordu merakla. "Bu zamana kadar çektiğim acılar yeterince olgunlaştırmadı mı beni? Siktiğimin dünyasında neden kaybediyorum herkesi?"

Fırat yutkunamadı. Barış ise devam etti. "O kadar küçüktü ki yanaklarım, Fırat... O kadar küçüktü ki, Zahit Yesari'nin attığı her tokadı kafamda hissediyordum. Beynimde yankılanıyordu. Beş yaşındaydım ulan ben, beş! Beş yaşındaki hangi çocuk böylesine acı çeker?"

Fırat, sevgilisine sıkıca sarıldı ve mırıldandı. 

"Artık acımayacak canın, ben yanındayım."

Bu, Barış için tüm tesellilerden daha özel ve güzeldi.

garden of wounded souls / fırbarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin