"Sabahın hayır olsun, kalk hadi lüfahım"
"Cümlemizin"
Kalkıp yavaşça masada hazırlanmış olan kahvaltının başına geçdim.
"Baharın işaretidir, duyarmısın lehçe kokuları?"
"Yok, duymam"
"Gerçekten duymazmısın?"
"Senin kokundur burnumda, nasıl duyayım?"
"Ha öyle söylede çal kalbimi"
Laf lafı açarken kahvaltımızı edip aşağıya inmiştik.
Kılıçlarımızı kuşanıp yola çıkacaktım ki;"Beyim durasın hele, dün buraya Sultanın elçisi gelmişti buraya. Prensesi alıp gitti. Birde size pusula bıraktı"
"Veresin hele"
Pusulada;
Aslan yemin olsun ki yerler ve gökler sultanına sana can borcumuz vardır. Eğer emeğiniz karşılığını almak isterseniz, buyurup sarayımıza gelesiniz."Hancı senin elçilerden birisin gönder hele"
Delikanlı gelip karşımda durdu. Kağıt ve tüy getirdiler. Kısa zamanda pusulaya cevap yazıp saraya gönderdim.
"Agâh ne yazdın o kağıtda?"
"Boş ver fazail, hadi yola çıkalım. İlk iş olarak yeni geçecek olan kervanı basacağız"
"İranamı? Neden?"
"Mahmutkerim han bizi yemeğe davet etdi"
"Nedendir acep?"
"Bilmiyorum Sarah, gidip öğrenicez"
Atlara atlayıp yola çıktık. Uzun bir yol bizi bekliyordu. Fatımi topraklarından uzakdaydık. Arabistanın tam ortalarındaydık. Burdan Tehrana kadar yolumuz vardı. Sorun şu ki, Arabistan yani Abbasiler bizi görseler kafamızı kesecekler.
🔱 İki gün sonra 🔱
"Durun!" diye emir vermiştim. Çünki deminden beri sesler duyuyordum, ama burda dahada keskinleşmişti. Bağdat yakınları en sakin topraklardır, Abbasi sarayı olduğu için savaşlar olmazdı. Hayırdır İn Şa Allah(c.c).
"Bize ne Agâh, yolumuza gidelim"
"Olmaz öyle şey, duymazmısın nidaları Allah(c.c)'u Ekber diyolar. Müslümanları böyle bırakamayız. Önce bir bakalım durumlarına, iyiyse sorun yok demektir"
"Burdakiler yalnız Abbasilerdir, başkası olmaz"
"Sarah!, fark etmez"
"Tamam o zaman gidelim. Lakin durum iyiyse ben savşmam"
Kafamı sallayarak atımı ileri sürdüm. Baktığımda 30 kişilik bir qurup, Abbas ve prensesin önünü kesmişlerdi. Askerleride yok denecek kadar azdı.
"Hazırlanın, gidiyoruz"
Dediğimde her kes ikinci emrimi bekledi.
"Allahu Ekber!!"
Diyip meydana doğru dümalardan* at sürmüştük. Sarah okları düşmanın üzerine yağdırırken Fazail ve ben hem onu koruyor, hem de sadece piyade olan düşman ordusunun içinden geçiyorduk.
Savaş meydanında düşmandan az sayılıydık, lakin bu ve bunun gibi az it kesmedik.İlk olarak kargıyla tek süvari olan askeri yere gömmüştüm. Büyük ihtimalle liderleriydi. Sonra yerde kalan son 2-3 kişinin içinden geçdik.
"Biz yalnızda icabına bakardık"
"Dua eyle yaralısın, helalliği yoktur. Yoksa o önemsiz kelleni gövdendrn ayırırdım.
Hayde yiğitler gideriz!""Durasın!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Muhabbet-i Cihat
Historical FictionTarihi kurgu olarak yazıldı. En önemlisi, hiç bir milletin, şahsın ismi lekelendirilmemiştir. Bahsedilen sultan Abbas, tarihi şahsiyet değildir. En önemlisi Farslar olmakla, Türkler, Franklar ve Arapları konu alan bir kitap. Yalnız tarih değil, aile...