Atım yorgunluktan bitmek üzereydi. Kaç kere attan düşmüş, devrilmiştim. Bülbül'ü kaybetmiştim, koruyamamıştım. Sözümü tutamamıştım, onun hatununa sözüm vardı. Yıllar bundan önce söz vermiştim, Nayhan'a. O, şehit düşerken söz vermiştim, bu yolda onlar can vermişti. Kahr olsun ki, kahr olsun ki, ölen ben değildim.
"Lanet olsun, Rabbim yalvarırım canımı al. Beni bu azàpdan kurtar!"
"Ya biz, ya bizi kim kurtaracak ?, seni kaybedersek bizim acımıza kim derman olacak!?. Agàh, kendimi geçtim sen bir babasın artık!" Demişti bir ses. Sonsuz bir deryada boğulurken duyduğum bu sesin tonu beni rahatlatmıştı.
Sonra devam ederek;
"Agàh eğer bizi yalnız bırakmayı kabullenirsen, ben alayım canını, ha lüfahım, söyle imdi kabullenrmisin?""B-ben, ben, kahretsin, n'apacağım.." ne diyeceğimi bile bilmiyordum. Sarah karşıma geçti. Elini bana uzattı. Sonsuz bir çöldeydik. Kumları elime alıp sıkmıştım. Üzerime uzanan eli tutarak ayağa kalktım.
Bülbül'ü defn etmek için kucağıma aldığımda;
"Burayamı gömeceksin?, olurmu öyle şey?""Kendi vasiyyetidir, 'Beni öyle bir yere gömün ki, etrata yaşam belirtisi olmasın. En azından öldükten sonra huzur bulayım'."
Canım fazlasıyla yanıyordu, dizlerimin bağı çözülüyordu. Yere düşmemek için zor tutunuyordum. Kendime geldikten sonra yeni bir şey fark etmiştim.
"Sarah, sen buraya nasıl geldin?"
"Kartal bana mektup yazdı. Senin saraya doğru yola çıktığını söyledi. Durumunun iyi olmadığını Bülbül'ü kaybettiğimizden bahs etmişti. Bende seni karşılamak için yola çıktım. Lakin, en önemlisi, Babanı toprağa verdik. 2 gün önce yediği yemeğe katılan zehir sonucunda vefat etti. Ecenin aşikar ettiği üzre bunu eden yemeği yapanın kendisiymiş"
Şu anda babamıda kaybetmiştim, ama Bülbül gibi bir insanın acısı üzerine bunu hiss bile etmemiştim. Gidecek delik bulsam kaçıp saklanırdım.
"Şu anda buna üzülemiyorum. Allah aff eylesin, o adamın bende hiç iyi anıları olmamıştır. Ayrıca zehirliyen olarak kimi aşikar ettiğini söyledin?"
"Çeşnici başı, Ahlaf diye bir yaşlı. Yarın idam edilecek"
"Ahlaf mı?, yalandır. Kendimizi saraya yetirelim. O adam asla idam edilmeyecek. 50 küsr yaşı vardır, lakin 40 yıldır babama hizmet eder"
Bülbül'den bir daha aff istetip mezarından ayrılmıştım. Saraya varmama az kalmıştı. Zaten vilayet topraklarındaydık. Bir kaç saat sonra surlar gözümüze çarpmıştı. Sarayın kapısından içeri girdiğimizde hüzünlü bir kutlama vardı. Hiç kimseyi dinlemeyip doğruca zindanlara gittim.
"Şahım yemin ederim ben yapmadım. Ben şahımızın sadık hizmetkarlarındanım. Kendin bil-"
"Hangi destursuz kurdu bu kumpası bilmiyorum, lakin, ben bozacağım. Endişe etmeyesin!"
Biraz daha yalvarıldıktan sonra artık dayanamayıp dışarı çıktım. Sözde Ece olan kadının odasına gitmiştim. Destur alıp içeri girdiğimde oturmuş sahte yas tutuyordu.
"Sevgili şahzadem, babanızın yasını tutmaktayım. Eğer vacip değildirs-"
"Vacipdir, hemde çok vacipdir. Valide hanım, size sormak isterim. Çeşnici başını hangi kanàtle suçlu ilan etdiniz?"
"Kendisi şahımızı yemeğe kattığı zehirle öldürtdü"
"İsbatınız varmıdır?"
"Yemekleri o hazırlıyor, başkası bunu yapmış olamaz"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Muhabbet-i Cihat
Historical FictionTarihi kurgu olarak yazıldı. En önemlisi, hiç bir milletin, şahsın ismi lekelendirilmemiştir. Bahsedilen sultan Abbas, tarihi şahsiyet değildir. En önemlisi Farslar olmakla, Türkler, Franklar ve Arapları konu alan bir kitap. Yalnız tarih değil, aile...