"Sarah sen sağ kanattakinin kafasını kes. Tam ileride duranı ben oyalayacağım. Fazail sense okla bekle. Sarah işini bitirir bitirmez benim önümdekini hall edeceksin"
İkiside kafasıyla onaylayıp devam etmişlerdi. Bende üzerimdeki hristiyan tüccar kostümüyle gelmiştim kalenin önüne. Kale dediğime bakmayın iki çapulcu tarafından korunan yıkılmış bir mağaraydı.
"Selam olsun dostlarıma"
"Sende kimsin?, ayrıca burda ne arıyorsun. Eğer Ecelinse bulduğuna emin ol!"
"Hayır, hayır sevgili dostlarım. Ben konaklayacak bir yer arıyorum. Eğer ki bana yardımcı olursanız sizi erzakla temin ederim"
"Göste- o ses ne bekle- ağh" demişti son anlarına aptal çapulcu. Aptaldı çünki en zayıf numaraya bile ayak koymuştu.
Yavaşça "kaleye" doğru yürümeye başladım. Şöyle bir durum var ki, suikastden sonra benden başka kimse asla bir yere kıpırdamıyordu.
İlk iş olarak kalenin içini gezmeye başladım. Her yer yıkık dökük olduğundan zil karanlıkdı.
"Iuu-au-aaa"
"Dur bakalım güzel prenses. Eğlence sevmiyormusun yoksa?, bak ben çok sıkıldım"
Deyip kızın sağ çiğnindeki elbiseyi aşağı çekmişti.Adamın daha doğrusu hayvanın kafası öyle karışmıştı ki, sesleri duymuyordu bile. Sırt kementimdeki bıçağı alıp fırlatmıştım boğazına.
Hızlıca kadının elini açıp arkamı döndüm.Tam olarak olmasada uygunsuz bir haldeydi.
Çok kısa süre içerisinde ikiside burdaydı. Artık sesler kesildiği için anlamış olacaklar ki, yerlerini terk etmişdiler.
"Agâh n'oldu. Bu kız kim"
"Bilmiyorum ama öğrenicem" dedim siyah saçlı Fazaile. Saçı gibi boncuk gibi siyah gözleri vardı. Tek farklı olan sakalıydı ki, kızıl ve sarımsal bir tona çalıyordu.
Yavaşça kızın önüne geçip;
"İsminizi bahş edin lütfen hanım"
"Ben Nilhan Fatımi prensesiyim. Babam abuzer han.
Arap emirliği olan Abbasi sultanı üzerimize sefer tertip etdi. Sülh için benimle nikah kıyıldı. Bana refakat eden Abbasi kervanı mağlup edildi.
Bende kaçırıldım. Size yalvarırım ki yiğit beni kocamın yanına götürün""Abbasiyse kellesini almak vaciptir agâh"
"Kadınınmı?, olmaz öyle şey.
Eğer sizde onların yaptığını yapıp intikam alırsanız onlardan farksız olursunuz (HZ.ALİ).""Ne yapacağız abbasileremi teslim edeceğiz?,
Ahter'in kanını yerdemi bırakacaksın Agâh?""Elbet hayır, ama ben bunu Abbas itinden söküp alacağım. Biz caferileriz. Yarışmaz bize kadından intikam almak. Bizzat Abbasın kellesi lazım bana"
"Sarah, Agâh haklı. Böyle bir şey yapmamalıyız"
"Erim ne derse o, tamam kabulumdür. Lakin Abbas itinin kellesini istiyorum"
"Onu biz daha çok istiyoruz Sarah, merak etme"
"Evet hep birlikte en yakın hana gidiyoruz.
Bu geceyi orda konaklayalım, prenses hanımıda orda bırakırız"Sarah atları getirince, istemesede kadın o olduğu için Nilhan onun atına binmişti. Yol boyunca nefret dolu gözlerle bakmıştı kadına. Şu an bıraksaydım eminim ki parça parça etmişti. Uzun zamandır çöllerdeydik. Her yeri yağmalıyorduk. Beni her kes fakir anasız babasız yetim öksüz biliyordu. Ah bilselerdiki Çöllerin kabusu İran hanın torunu. Kesinlikle Şuan yurdum savaşdan kalkamazdı.
Hana vardığımızda atları bağlayıp içeri girdik. Haydutların mağarasında bulduğum 14 altını çıkarıp masaya koydum.
"Biz bu geceyi burdayız. Şu kadını bilmiyoruz.
Eri gelip alınca öder altınını. Ama iyi bakılması gerekmektedir, yoksa size ne olacağını bilmem""Kim bu kadının eri?"
"Abbasi itlerinin başı Abbas"
"Nasıl yani bu knun hatunumu?"
"Bir kerede anlamıyormusunda yineliyorsun soruyu"
"Tamam başımızın üstünde yeri vardır"
"Ha birde, Sultancıklarına haber yollayın Abbasilerin. Gelip kızı almalarını söyle"
"Sorarsa kim getirdi diyim?"
"Aslanın aslanı getirdi dersin"
"Sen aslanmısın?,Rabbim sen benim kellemi koru"
Biz Sarahla ayrı bir odaya çekildik diğerleri ayrı.
Üzerindekileri değişince;"Sarah"
"Efendim?"
"Ben bu gün başka bir şeyi fark ettim"
"Neyi fark ettin?"
"Lüfahımı özlediğimi"
"Öylemidir?"
"Öyledir"
"O vakit uzakda durma, yemin olsun meftunluğun kalbime işlemekte" deyince yanına gidip kollarımı sardım. Saçlarını koklayıp, masum bir hanede öpmüştüm lüfahımı.
Nazik bir şekilde kucağıma aldım. Yan tarafdaki yatağa yatırıp yeniden dudaklarının ısısını hiss etmiştim. Yanına sokulup;
"Güzelim bu gün hatırlarmısın, sana dikkat ettiğimde prensese nefretle baktığını gördüm. Nedendir ona olan nefretin?, seni daha önce böyle hiç görmemiştim"
"Aht-"
"Yok hayır, kanmam bu lafına, çünki sultan Abbasa bile böyle bakmamıştın"
"Aslında sen o kadını öldürmeyince, şey zann ettim nasıl söylesem ee-"
"Ondan hoşlandığımı zann ettin, değilmi?"
"Eh işte biraz"
Onu kendime doğru biraz daha sıkıp;
"Emin ol ben o kızı görmedim bile, gözlerim yalnız sana aittir. Kulaklarım yalnız senin o güzel sesini duyar. Burnumda yalnız sesenin cennet kokun var. Her yerde, yani acunda sen varsın diye ben varım. Senden başkasına bakarsam, yeminim olsun, gözlerimi dağlarım" dedim onun gözlerinin içinde son kez kayıp olmazdan önce...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Muhabbet-i Cihat
Historical FictionTarihi kurgu olarak yazıldı. En önemlisi, hiç bir milletin, şahsın ismi lekelendirilmemiştir. Bahsedilen sultan Abbas, tarihi şahsiyet değildir. En önemlisi Farslar olmakla, Türkler, Franklar ve Arapları konu alan bir kitap. Yalnız tarih değil, aile...