Silah ve Ane

261 28 30
                                    

Not: Başlıktaki yazım yanlışı keyfi sebeplerden ötürü yapılmıştır.

Birkaç saatin en güzel dakikalarında, Chuuya'nın ofisinde oturup rehinelerden topladığım tüm bilgileri özetleyip yazmıştım. Şimdiden Mafya ile birkaç haftadır çalışıyordum ama gerçek davalarla ilgilenme konusunda hâlâ bana güvenmiyorlardı. Belki de tüm bu silah işleriyle, diğer üyelerin yaptığı gibi bir cepheden diğer cepheye koşabilecek kadar yetenekli olmadığımı düşündüler.

Doğru düşünmüşler.

Oturduğum yerden Chuuya'nın masasındaki çekmecenin hafifçe açıldığını fark ettim ve can sıkıntım, merakımı olması gerekenden çok daha fazla arttırdı. Oturmakta olduğum sandalyeden kalktım ve yavaşça çekmeceye doğru yürüdüm. Ahşabın yüksek sesle gıcırdamasını ve dikkatleri çekmesini önlemek için çekmeceyi dikkatlice açtım. İçinde silahtan başka bir şey yoktu.

Bir mafyanın ihtiyacı olduğunu düşündüğü her şey bu mu?

Evet, sana ait olmayan bir silahı eline alacak kadar aptalsın, eğer bu çok da önemli gelmediyse, özellikle silahta bıraktığın parmak izlerine karşı bir korunman olmadığını söylemeliyim, ama merak bir kere vurduğunda bütün mantıklı düşünceler kenara atıldı. Elimle soğuk metali analiz ettim. Açıkçası nasıl çalıştığı hakkında bir fikrim yoktu. Tetiğin çalışması için geri çekmek veya onun gibi bir şey yapmak gerekmiyor muydu?

Tam o sırada kapı birden açıldı. İlk tepkim silahı masanın üzerine bırakıp suçlu suçlu bakmak oldu. Lütfen Chuuya olma, yemin ederim kimseyi vurmayı planlamıyordum. "Ben- ben bir şey- Hayır, bir şey amaçlamıyordum. Merak kediyi öldürür biliyorum-"

"Meow."

Kafam karışmış bir şekilde, kapının yanında duran, uzun boylu, kendini beğenmiş adama baktım.

"Dazai." İç çektim.

"Böyle şeylere ilgin olduğunu bilmiyordum."

"İlgilenmiyorum. Çekmece açıktı, bende merak ettim. Lütfen Chuuya'ya söyleme. Lütfen. Eşyalarına dokunmam için izin vermedi."

Kapıyı arkasından kapattı ve güldü. "Eğer bu şey buradaysa bir anlamı vardır, sence de öyle değil mi?" Bir süre durdum ve ona baktım. "Eğer silah buradaysa ve Chuuya onu yanına almadıysa, bu sadece silah kullanmanın Chuuya için gereksiz olduğu anlamına gelir. Bunu ofisinden çıkartsaydın muhtemelen seni öperdi." Kendi sözüne sinirlendi. "Bunu yapma. Mantarlar ve küçük elfler kadar iğrenç kokuyor."

Silahı alıp çekmecenin içindeki yerine geri koyarken, istemeden, yaptığı esprili yoruma kıkırdadım. "Siz ikiniz yakın görünüyorsunuz."

"Yanlış anladın. Gerçekten eğer istifa ettiğini söyleseydi parti falan verirdim. Bir sürü balon, kek ve içecek. Hatta sırf sinirlerini bozmak için en sevdiği içeceklerden."

Chuuya'nın masa sandalyesine oturdum. Geçirdiğimiz son birkaç haftada Dazai'nin kişiliğine biraz daha alışmıştım. Tuhaf kişiliğini hâlâ koruyordu ama ben buna sadece daha çok alıştım. Oda haklıydı, sanırım ilgimi çekiyor.

"Ah, şimdi hatırladım." Açık avcumu masanın üstüne koydum ve ona baktım. "Belli bir süre geçtikten sonra bir kişiyi ikinci kez dokunmadan nasıl okuyacağımı buldum."

"Daha öncesinde bunu nasıl yapacağını bilmiyor muydun?" Çocuksu bir masumiyetle sordu.

"Sana daha önce de söyledim, bunun üzerine çok fazla düşünmemiştim ama şimdi çözdüm olayı. Chuuya'yı okumamı ister misin?"

Durdu ve bir süre avcuma baktı "Tabii, neden olmasın."

Kendisi odada yokken düşüncelerimi Chuuya üzerine yoğunlaştırdım ve bunun duygu durumunu yansıtabilmem için gerekli şey olduğunu fark ettim.
Dazai her bir parmaktaki çizgilerin parıldamasını izledi. Çizgiler Chuuya'nın o anki duygularına uygun yerde durdu. Hatırlatmak için Dazai'ye her bir parmağın ne anlama geldiğini serçe parmağımdan (korku) başlayarak anlattım.

Sanki böyle olacağını biliyormuş gibi en yükseklerde ve ışıltılı bir şekilde parlayan orta parmağıma baktı. “Elbette kızgın. Bahse girerim alkol alamayacağı bir yerdedir.”

“Sürekli içiyor mu ki?”

“Bilmiyor muydun?”

Başımı salladım. Mafyadaki meslektaşlarım ve üstlerim hakkında hâlâ bilgi eksiğim olduğu doğru ama beraber olduğumuz zamanlarda Chuuya'nın üstünden alkol kokusu almıyordum.

Bir süre sessizce oturduk. Ne garip ne de rahatlatıcıydı, sadece sessizlik. Sonra konuştu. ”Kendi duygularını okuyabiliyor musun?”

Cevap vermedim. Evet, yapabilirdim ama bunları paylaşmaya hazır değildim. Özellikle de tam olarak tanımadığım biriyle. Büyük ihtimalle Oda ile konuşurdum ama Dazai ile değil. “Benim hakkımda bu kadar konuşmak yeter. Senin yeteneğini merak ediyorum.”

O da cevap vermedi.

Normal olan sessizlik boğucu bir şekle geldi.

Masanın üzerine, arkası bana dönük olarak oturdu ve kendini meşgul etmek için görünmeyen kirli bir yamayı çekiştirerek koyu renkli paltosunun ucuyla oynadı.

“Seni insanlara karşı bu kadar kayıtsız yapan ne?”

“Ha?” Tanıdık karanlık havasıyla bana döndü.

“Sorunu anlamıyorum. Kısa bir süre önce, o adamların duygularını, sadece tanrının bileceği biri tarafından öldürülmeden önce sildiğim için bana nazik demiştin-”

“Hikayedeki kahramanı oynamak suçluluk duygusudur. Bunu korktuğun için yapmıştın.”

İtiraz ederdim ama bir yanım bu tartışmanın bizi bir noktaya götürmeyeceğinden korktuğum için sessiz kaldım. Böylece sessizlik ortamı tekrar ele geçirdi.
Dazai kendini masadan aşağı itti ve kollarını ileri doğru esnetirken bir inilti çıkarttı. “Bu bana bir şeyi hatırlattı.” diye tekrar konuşmaya başladı. Ellerini ceplerine koyarak kaslarını gevşetti ve bana bakarken gülümsedi. “Seni görmek isteyen biri var. Bodrumda.”

“Onlara meşgul olduğumu söyle.”

“Annenle tekrar buluşmak istemez miydin?” Ona baktım. Yüzündeki korkunç sırıtış yerini koruyordu. Dazai memnun görünüyordu ama ben değildim.

“Bize geldi-”

Parmaklarımı kravatının düğümüne doladım ve onu göz seviyeme indirmek için sıkıca tuttum. “O kadını gönder.”

Cep telefonunu çıkarttı. Belli ki içeri girdiğinden beri bir telefon görüşmesi içerisindeydi. İfadesi değişmedi. “Anladın mı?”

“Anlaşıldı.” Erkek alıcı cevap verdi ve konuşmayı anında kapattı.

Dazai'nin kravatını bıraktım ve aceleyle bodruma gitmek için, kapıyı sonuna kadar açık bırakmamı ve birkaç mafyaya çarpmamı umursamadan, ofisten dışarı fırladım.

Taze kan kokusu odaya hâkimdi ve birkaç ajan merdivenin altında sıraya girerek önlerindeki manzarayı görmemi engelliyordu. “Affedersiniz.” diye hırladım, aralarına girip kendimi öne atmaya çalışarak.

Elbette her şey için çok geçti.

Beni doğuran kadının cesedi gözlerimin önünde duruyordu. Kalbi olması gereken yerde kurşun delikleri vardı. Başı ölüm tarafından yenilgiye uğratılmıştı ve şakağından akan kan yan profili boyunca bir yol çizmişti. Azrail tarafından götürülmeye hazır gözüküyordu, sadece bağışlanması için yalvarmayacaktım.

Tanıdık topuk sesleri sakince bize doğru ilerledi ve tam arkamda durdu. Yavaşça arkamı döndüm ve Dazai'nin gözlerinin içine baktım. Neşeli parıltısının artık mevcut olmadığını, yerini duygusuz bir hiçlik denizine bıraktığını fark ettim.

“Senden nefret ediyorum.”

“Bende.”

İntikam almamın tek yolunun yeteneğimi kullanmak olduğunu düşündüm. Ondaki duyguları sıfırlayabilmek için açıkta kalan ve dokunabileceğim cildine kolumu uzattım ama bileğimi eliyle yakaladı. Bileğimi yakaladığı yerden çıkan parlak mavi ışık beni neredeyse kör ediyordu.

Başım dönmeye başladı ve görüşüm bulanıklaştı. Parmakları bileğimin çıplak derisini donduruyordu. Bacaklarım güçten düştü, daha fazla ayakta duramazdım.

“Teşekkür ederim.” Nefes verdim ve daha sonrasında bayılmış olmalıyım.

...



Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 07, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Duygular [Dazai x Reader] ✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin