Çatı katındaki büyük camdan aşağı bakıyordum, gözlerim Akio'yu arıyordu fakat ortalarda yoktu. Diğer kimse umurumda olmadığı için sırtımı duvara yaslayıp camın kenarına oturdum. Belki Akio'yu görürüm diye.
Misafirler azalana kadar Akio için dua ettim. Benim katıma çıkan birkaç adım sesi duyduğumda gözlerimi kapatıp uyuyor numarası yapmaya başladım. Kendimi rahat bir pozisyona sokup inandırıcı olduğuma emin olduktan sonra kapının sertçe kırılma sesini işittim ve kulaklarımı kapatmamak için kendimi zor tuttum.
İnce olduğunu tahmin ettiğim camdan ses geldiğinde refleksle aşağı baktım. Babam oradaydı, misafirler gitmişti. Ne oluyordu?
Cam bir anda tuzla buz olduğunda tenime batan camlar canımı yakmaya başlamıştı ki aşağıdan bir duman yükseldiğini gördüm. Koku aldım. Yangın mıydı?
Tekrar aşağı baktım. Annem ve babam, koşuyorlardı. Kısa süre sonra, benim olduğum kata bir kez bile bakmadan bahçeden çıkıp gittiler. Yüksek çatı katından gördüğüm kadarıyla bir süre koştuktan sonra durdular ve telefon çıkardılar. Sonra sonunda mantıklı olanı yapıp önümdeki siyah giyimli 10'a yakın kişiye baktım.
Gözlerim korkuyla açılırken cama daha fazla yaklaştım. Ailem için bile hemen bırakılabilecek kadar değersiz biriysem bu gelenlerin amacı beni kaçırmak değil, öldürmek olmalıydı. Yere düşüp ölmenin daha iyi olduğunu düşündüğüm için kaskatı kesilmiş bedenimle sürünerek cama gitmeye çalıştım.
Kendimi dördüncü kattan aşağı bırakacakken birkaç kayış sesi geldi ve ardından birileri beni tuttu. Ağzıma bir bez tutulurken nefesimi tutmaya başladım, sonra nefesimi tutsam da bayılacağımı hatırlayıp bezi soludum.
Bilincim kapanmadan önce son hatırladığım birinin kucağında süzülür gibi gidişimdi.
⫷〄⫸
Kaze öldü demişti.Ne? Ne saçmalıyordu bu?
Kalbim sıkışıyordu, nefesim daralıyordu, kalbim yangın yeriydi. Bir anda sinirle burnumdan gülmeye başladığımda Akio'nun bana olan bakışlarını fark edebiliyordum. Ne yaptığımı sorguluyordu ama cidden umurumda değildi çünkü ne yaptığımı ben de bilmiyordum. Sadece o laftan sonra bozulan sinirlerimi, düzensizleşen nefes alış verişlerimi biliyordum. Bir süre sonra gülmeyi kestim ve ciddi bir ifade ile Akio'nun gözlerinin içine baktım.
"Sen ne saçmalıyorsun?" dedim dişlerimi sıkarak. "Ne? Nasıl yani haberin yok muydu?" dedi. Gözlerinde cidden şaşkın bir ifade vardı. Defterle ilgili her ne istiyorsa unutmuş gibi duruyordu. Kocaman gözlerle Akio'nun gözlerine bakarken onun yüzünü Kaze'in yüzü olarak görmeye başlamıştım, elini omzuma koyup beni dürtmeye çalıştığını hissettim. O an tamamen dalmıştım, dünyada gibi hissetmiyordum. Akio'nun omzumda olan kolunu tutup aniden pencereye fırlattığımda, pencere kırıldı. Büyük cam parçaları tamamen başımdan aşağı dökülürken hızlıca defterim ve özel kalemimi elime aldım. Yere dökülen camların canımı acıtıyor olması bile umurumda değildi. Gözlerim bir anlık pencereye kaydı. Akio'nun aşağı düştüğünü sanmıyordum ama açıkçası pek de umurumda değildi. Koşar adımlarla odadan çıktım. Uzun koridordan hızla geçerken gözlerim hiçbir şeyi görmüyordu. Her yer tamamen siyahtı. Siyahı seviyorum diye mi dünyam kararmıştı yoksa Kaze'siz dünyanın rengi olmadığı için mi?
Saraydan kaçıp mağarama geldiğimde hızlıca her yere baktım. Kaze'i aradım. O yoktu, burada değildi. Ama en son burada görüşmüştük, neden burada değildi ki? Ölmemişti, öldüğüne inanmıyordum, kötü bir şakaydı yalnızca. Defterimi ve kalemimi mağaranın içindeki masamın üstüne bıraktım. Camlar yüzünden vücudumdan akan kanlar mağarayı boyuyordu. Olduğum köşede durup donuk bakışlarla yere bakarken kalbime çarpıntı girdiğini hissettim. Elimi kalbime bastırdım. Kaze'in nerede olabileceğini düşünmeye çalışıyordum.
Mezar hariç her yeri düşündüm. Beni bırakıp gideceği bir yer olamazdı.
Mağarada ne kadar süre geçirdiğimi bilmiyordum ancak dolunayın ışığı hâlâ mağaraya doluyordu. O sırada bazı sesler işittim. Ne sesi olduğunu ayırt etmeme gerek kalmadan mağaraya iki kişi girdi. Sadece ayaklarını görüyordum. Birinin ayağında avcı botları vardı. İblis avcısı...
Biri insan, biri iblis, iki adam mağarama girmişti. Hem de şu an, sinir krizi geçireceğimi düşünürken. İblis olan, avcının boynuna sarılıp bir şeyler diyordu. Dediklerinden sadece, abi, abiciğim, havalı abim, gibi şeyleri anlamıştım. Dikkatimi onlara veremiyordum, vermek istemiyordum. Hâlâ ayakkabılarına bakıyordum. İblis olanın, "Aa! bayan Chidori-" Sesiyle gözlerim hafifçe büyüdüğünde tek kaşım kalktı, avcının bana dönen bakışlarını hissettim. Başımı kaldırıp onlara baktığımda, bana bakan iki çift kırmızı gözle karşılaştım.
Nasıl yani?
İblisin kırmızı gözlerini anlayabilirdim. İblise dönüşmüş çoğu güçsüz kişinin, kendi göz renkleri ve insan olduğu zamanki görünüşleri değişirdi. Suoh ise güçsüz olanlara kırmızı göz rengini verip, benimle aynı göz rengi olanlar gibi güçsüz olduğumu söylerdi. Ama hayır, güçlüydüm. Ben böyle doğdum, kırmızı gözlerimle doğdum, değiştirilmedim. Doğuştan güçlüydüm.
Avcının gözlerine tekrar baktım, gerçekten bir insan, kırmızı gözlü bir insan.
Şaşkınlığımın gözlerime yansımış olduğunu tahmin ediyordum ki iblisin konuşması düşüncelerimi tamamen böldü. "Başın sağ olsun," demişti sessiz bir tınıyla. Benim de avcının da bakışları ona döndü.
Ayağa kalktım. Bir süre durup iblisi inceledim. Kısa, gri saçları vardı. Gözleri yapay bir kırmızıydı. Oldukça genç gözüküyordu. Gözlerimi kısıp doğrudan gözlerine baktığımda huzursuz olmuş gibiydi. "Anlamadım?" dedim, sinirli çıkan ama alçak tonda bir sesle. İblisin gözleri irice açılmış, sanki pot kırmış gibi bir iki adım geriye çıkmıştı. "Nasıl yani? Haberin yok muydu?!" dedi. İyice sinirlerim bozulmaya başlamıştı. Tam bir şey demek için dudaklarımı araladığımda, avcının, "Ne oluyor Luca? Bu kız kim?" dediğini duydum. Sesi durup bakışlarımı ona yöneltmeme sebep oldu. Ses tonu çok tok ve soğuktu. Ona baktığımda yüzünde hiçbir duygu göremiyordum. Benim gözlerimde yangına karşılık onun gözleri çok boş bakıyordu.
Adının Luca olduğunu az önce öğrendiğim iblise böyle bakmıyordu. Bana niye böyle bakmıştı? Ruhsuz gibi bakıyordu, yüzünde hiçbir ifade yoktu. İblis olduğum için miydi? Doğru ya, o bir avcıydı. İblislere güven olmazdı, insanlara güven olmazdı, ama avcılara hiç güven olmazdı. Daha doğrusu benim Kaze hariç kimseye güvenim olmazdı. Kaze nereye kaybolmuştu?
İblis açıklamaya başladı, "Bayan Chidori, iblislerin başının kızı abi." Neden beni bu şekilde tanıyordu iblisler?
"Ben onun kızı falan değilim!" diye çıkıştığımda sesim beklediğimden yüksek çıkmıştı ama duruşumu bozmamıştım. "Seni bu şekilde tanımazsak başımıza gelecekleri biliyorsun." dedi iblis.
Bakışlarım tekrar avcıya döndüğünde, gözlerinin üstümden dökülen kanlarda ve camlarda olduğunu fark ettim. Hâlâ ruhsuz gibi bakıyordu. Tekrar iblise baktım. "Neden başın sağ olsun dedin?" diye sordum, sakin olmaya çalışarak.
Bir an duraksadı. "Sana haber verilmedi mi Kaze'in öldüğü?" Gözlerim irileşmiş, damarlarım patlayacak gibi kabarıyordu. İblise doğru hızlı bir adım atıp yakasından tuttum. Artık gözüm avcıyı bile görmüyor, yalnızca bu iblisi öldürmek istiyordum. Böyle bir saçmalığı söyleyemezdi. Beni Suoh'un kızı olarak tanıtıp sonra da bana Kaze öldü diyemezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avlar ve Avlanacaklar
General Fictionİblislerin dünyası ikiye ayrılırdı. Avlar ve avcılar. Avlar insanlar, avcılar iblislerdi. İblisler acımasızdı. İnsanların dünyası ikiye ayrılırdı. Avlanacaklar ve avlanmayacaklar. Avlanacaklar da avlanmayacaklar da iblislerdi. İnsanlar merhametliydi...